Anasayfa Nasihatlerden Musibete Sabır Gerekir

Musibete Sabır Gerekir

Demek ki hastalık ve bela insanın belini büker, inletir. Ama sabreden hastanın iniltileri hasenat defterine geçer.

tarafından Nasihatler.Com
5 dakika Okuma süresi
A+A-
Orjinale Dön

Musibete Sabır Gerekir

Biliyorsunuz, kendini beğenmek, amellerle böbürlenmek 70 senelik ibadeti götürür. Zira kula verilen nimetleri geçici bilip, her şeyin Allah’ın kudreti ile olduğuna inanarak amel etmek lazımdır. Ancak bu sayede Hakk’a layık kul olunur.

Sahip olduğumuz büyük küçük her nimet için, “Bu nimetler Allah’ın nimetidir. Ben O’nun verdiği ile gıdalanıyorum, faydalanıyorum.’ diyerek şükretmemiz lazım gelir.

Evet; nimete ulaşınca ve meşakkate düşünce edebe sarılmak lazım gelir. Nimet ve meşakkat kulun günahının kefaretidir, imtihan-ı rabbaniyedir. Yaradan’a sığınmanın da yoludur, köprüsüdür.

Eğer kul edepsizlik ederse, nimetten hakiki manada istifade edemediği gibi, günahlarına da kefaret bulamaz.

Hadis-i şerifte buyuruluyor:

“Müslümana arız olan hiçbir fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza, iç sıkıntısı, hatta bir diken batması yoktur ki, Allahu Tealâ bu musibetlerden birisi sebebiyle o müslümanın suçlarına ve günahlarına kefaret kılmasın.”

Demek ki hastalık ve bela insanın belini büker, inletir. Ama sabreden hastanın iniltileri hasenat defterine geçer. Şikayet edenin iniltileri ise günah defterine geçer. Hastalığına da hakiki manada bir fayda yoktur.

O halde feraset sahibi kardeşim, Allah’ı kula şikayet etme!.. Hastalığın şikayet edilmesi, Allah’ı kula şikayet etmektir. İyi anlaşılsın, burada şikayet diyoruz, tedavi değil… Şikayet kalbî bir arızanın dile gelmiş halidir. Söylediğimiz şudur: Takdire rıza göstermelidir. Bela ve musibet sabr-ı cemil ister. Sabr-ı cemil nedir?

Sure-i Yusuf’da Yakub a.s.’ın, Yusuf a.s.’ın kardeşlerine söyledikleri sabr-ı cemîlin ne olduğunu bize anla­tıyor:

“Nefsiniz sizi bir iş yapmaya sürükledi; artık buna güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınız karşısında ancak Allah’tan yardım beklenir.” (Yusuf,18)

“İki senedir dişim ağrıyor’, “kulağımın ağrısı halen devam ediyor’, “şu sol gözüm biraz hafif görüyor’ şeklinde söylenmelerimizin sonu yoktur. Halbuki söyleştiğimiz kimsenin derdimize deva verecek, çare olacak kudreti yoktur. Söylenmekle o derdin mükafatını kaybettiğimiz gibi, günah da kazanmış oluruz.

Halbuki sıkıntıların arttığı bela ve meşakkat zamanında edebe sarılmak lazım gelir. Ancak bu halde ilâhi lütuflar gözlenir; bela ve musibetlerin arkasındaki hikmetler beklenir. Arkadan gelecek hayırlar ancak sabr-ı cemîl ile görülür.

Bizim güzel dediğimiz bela oluverir, çirkin dediğimiz rahmet olur; bilemezsin. Kaderin arkasındaki yükü göremezsin. Takdir kıldan incedir, anlayamazsın. Tedbirsizlik edip takdire karşı çıkma, değiştiremezsin. Allah’ın hükmüne râm ol. Bela ve musibette edebi gözet.

Peygamber s.a.v. Efendimiz şöyle buyuruyor:

Muhakkak ki Allah, sizin suretlerinize, mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize nazar eder.”

Bu hadis-i şerifin nuraniyetiyle müminin kalb-i selime, amel-i salihe ihtiyacı vardır.

Yusuf a.s. bir defa güzelliğinden dolayı yanılarak övündü. Bu övünmesi üç-beş kuruşa köle olarak satılmasına sebep oldu. Şehvetine, nefsanî arzularına esir olanlar kaça satılır? Varın düşünün. Nefsine köle olanları kaça alırlar acaba?

Hadis-i kudside Allahu Tealâ buyuruyor:

Ey kulum, sen bir mesele için bir şeyi murad edersin. Ben de senin için bir şey murad ederim. Eğer senin isteğin benim muradıma uyarsa, senin muradını veririm. Eğer benimle çatışır, irademin dışında bir şey istersen bu durumda sadece benim dediğim olur. Ben Kahhar sıfatıyla istediğimi yaptırırım. Yine benim muradım olur.

Allah ile kul arasındaki edep cümlesindendir ki, Allahu Tealâ’nın o kulun o günkü vaktine göre izhar ettiği bir tecelliyat vardır. O gün o vakitte sana bir hastalık verdi, malına bir ziyan geldi, çocuğun öldü gibi bir mesele başına geldi. Allah o günde, o vakitte sana ne izhar ediyorsa ona teslim ol, itiraz etme. Başkalarının lafı ile gönlünü bulandırma.

Nasihat veren çoktur, ama belayı kaldıran yoktur. Bunun üzerine adam, Şenn’in yanına dönüp soruların cevabını aktardı. Şenn ise:

– Bu sözler senin değil. Sahibini açıklar mısın? deyince, adam kendi kızı olduğunu söyledi. Şenn:

– Ben işte böyle bir kız arıyordum, diyerek onunla evlenmeye talip oldu.

Anne-babasının da rızasıyla Tabaka ile evlenen Şenn, kızı alıp ailesine götürdü. Çevre halkı da bu evlilik karşısında, “vâfeka şenn tabaka’, yani “kap kapağına uygun düştü” dediler. Çünkü “şenn” su kabı, “tabaka” ise kapak anlamındadır. Türkçemizde ise bu söz, “tencere yuvarlandı, kapağını buldu’ atasözüne dönüşmüştür.
el-Meydanî, Mecmau’l-Emsâl, 2/423-24; Meşahiru’n-Nisâ, 1/435-37

Tası Tarağı Toplamak

Bağdat’ta Abbas Oş adında meşhur bir dilenci varmış. Mevsimine göre ya cerre çıkmak (yardım toplamak) yahut dilencilik yapmak suretiyle zengin olmuş. Bütün Bağdat’ın tanıdığı bu adamın şöhretinden istifade etmek isteyen bir sefil, Abbas’ı kollamaya başlamış. Nihayet bir Ramazan gecesinde hamama girdiğini görüp, ardınca içeri dalmış ve kurna başında yanına yaklaşıp şöyle demiş:

– Efendim! Bendeniz dilenciliğe başlamaya karar verdim. Umarım ki bu asil sanatın inceliklerini bu kulunuzdan esirgemezsiniz. Ne türlü usül ve kaidesi var ise bilcümle öğrenmek isterim. Şu mübarek geceler hürmetine lutfediniz.

Abbas cevap vermiş:

– Peki evlat öğreteyim. Dilenciliğin başlıca üç kuralı vardır, kulağına küpe olsun. Bir, her nerede olursa olsun istemeli. İki, her kimden olursa olsun istemeli ve üç, her ne olursa olsun istemeli.

Yeni yetme dilenci hemen Abbas’ın elini öperek demiş ki:

– Ustam, ben fakirim. Allah rızası için bir şey!

Abbas şaşırmış:

– Burası hamam bre! Burada dilencilik mi olur?

– Her nerede olursa istemeli dedin ya usta!

– İyi ama ben zaten senin kadar fakir bir dilenciyim.

– Öyle ama ikinci kural istemek için adam seçmemek gerektiğini bildirmiyor muydu?

– Fesübhanallah! Bu kurna başında ben şimdi sana ne verebilirim be adam? Elbisem dışarıda, paralarım evde. İşte ortada bir tasım, bir tarağım var.

– Ustam kuralların üçüncüsü der ki: Her ne olursa olsun istemeli. Ben tasa tarağa da razıyım.

Abbas şaşkın… Etraftan onları seyredenler hayrette. Genç dilenci tası tarağı almış ve hamamdan çıkıp gitmiş. O günden sonra Abbas dilenciliğe tövbe etmiş ve soranlara da:

– “Tası tarağı toplattık! Gayrı bizden bu işler geçmiş” diye yakınırmış.

Mehmet Ildırar

Bunları da beğenebilirsiniz