Tasavvuf Sohbetleri

Mürşid ile mürid ilişkisi

Mürşid ile mürid ilişkisi

Ehlullah olan zatlar, Allah velîleri tam bir itikat üzeredirler. Allah’a, Peygambere, Peygamberlerin sözlerine, Kur’an’a ve Kur’an’ın içindeki emirlerin cümlesine itikat ederler. Hiçbir zaman muhalefette bulunmazlar. Onlarda kanaat hâsıl olduğu içindir ki muhalefette bulunmazlar. Onlarda kanaat hâsıl olduğu içindir ki muhalefet ve emre itaatsizlik etmezler. Günah işlemezler. Emre muhalefet etmemeye azamî gayret ederler. Tabiî ki Rabbü’l-Âlemîn de onlara ikramlarda bulunur.

Onlar Allah yoluna devam etmişler, Allah yolunda çalışmışlardır. Rabbü’l-Âlemin de onlara hakikati ihsan etmiş. Nitekim:

(Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbîne ibadet et.) (Hicr 99) buyuruyor.

İlgili Makaleler

Ameli salih ve Allah rızası, Allah’ın emirlerine olan itikatla sabitleşir. İnsan yüzünü Allah’a döndürdükten sonra kendisinde haller zuhur eder. Allah’ın cemalini görenler olur. Kendisine Cennet ve Cehennem gösterilenler bile bulunur.

Malûm fenâfillâh‘a ulasan büyük evliyalar itikatlarının tam, imanlarının kâmil olması sebebiyle bu yüksek makamları kazanmışlar, nihayete ulaşmışlardır.

İnsanda hakikat meydana geldikten sonra daha fazla kâmil itikada ulaşır. Allah’ın emirlerine muhalefet etmemeye çok daha fazla riayet eder. Allah’ın emirlerine karşı gelemez artık.

İnsanın yaptıkları hep itikadının tamam olmadığındandır. İnsan günah işledikçe Cenab-ı Hakk’ın emirlerine uymamazlık ettikçe imanı zayıflar, itikadı azalır. Öyle ya, Rabbü’l-Âlemin, “Amele devam edin, tâ sizde hakikat meydana gelip itikadınız kemâle erinceye kadar” buyuruyor.

Şâh-ı Nakşibend zamanında bazı alimler, arasında ihtilaf meydana gelmişti. Bir kısmı, “Dünyada Allah’ın (C.C.) cemâlini görmek mümkündür.” derken, diğer bîr kısmı da, “Hayır, dünyada Cemalullah‘ı görmek mümkün olamaz” diye iddiaya girmişler, birbirini ikna edemeyince hakem olarak Şâh-ı Nakşibend (K.S.A.) Hazretlerini seçmişler ve “Gidelim Şâh-i Nakşibend’e, O ne derse her iki taraf da razı olsun, kabul edelim” demişlerdi.

Şâh-ı Nakşibend’e giderek, “Kurban demişler, bir ihtilâfımız var, bir kısmımız Allah’ın (C.C.) cemali dünyada görülebilir, derken, diğer bir kısmımız ise aksini iddia ediyor, sizi hakem tayin ettik, ne hüküm verirseniz hepimiz kabul edeceğiz. Bizi aydınlatır, tenvir eder misin?” diye ricada bulunmuşlardı. Gerçi Allah’ın Hakikatini kimse göremez. Hakikate hiç kimsenin ermesi mümkün değil. Ancak Peygamberler (A.S.V.) gördüğü halde yine de Hakikatine tam erememiştir.

Evet Şâh-ı Nakşibend gelenlere, (Allah’ın cemalini görmek mümkündür.) diyenler kalkıp gitsin. (Allah’ın cemali görülemez.) diyenler ise burada bir hafta kalsınlar buyuruyor. Görülüyor diyenler kalkıp evlerine gidiyorlar. Görülmez diyenler ise orada kalıyorlar. Şâh-ı Nakşibend (K.S.A.) kalanlara vazife veriyor, artık ne vazife veriyorsa. Onlar da aldıkları vazifeye göre amel ediyorlar. İtikatlarını düzeltip oradan ayrılıyorlar. Allah evliyalarında, böyle çok keşif ve keramet bulunur.

Beyazıd-ı Bistami (K.S.A.) nin bir etbaı bir gün gelip kendini ziyaret ettikten sonra. Kurban, müsaade olursa bir sorum var, diyor. Beyazıd-ı Bistami müsaade edince soruyor: “Kurban, diyor, Şeyh’in hakkı nedir? Vazifesi nedir? Ve müridin hakkı nedir?”

Beyazıd-ı Bistami: Çok büyük bir soru sordun sen. Sorduğun çok büyük bir sırdır. Cevabı ancak ihtiyaç hâsıl olduğunda verilir, buyuruyor. Mürid tekrar soruyor: “Kurban, ihtiyaç hâsıl olduğunda, dediniz. İhtiyacı nedir?”

Beyazid-i Bistami bu sorusuna karşılık kendisine bir mektup-uzatarak, “Al bu, mektubu İstanbul’a Sultan Mahmud’a götür” diye emrediyor.

Mürid derhal mektubu alarak dışarıya çıkıyor ve yola koyuluyor. Halbuki müridin böyle bir yolculuğa hiç hazırlığı yok. Ne parası var, ne azığı var, ne de bineği var. Buna rağmen mürid hiç tereddüt etmeden yaya olarak, bineksiz, parasız, pulsuz, hazırlıksız, çıplak olarak Şeyh’inin ağzından söz çıkar çıkmaz derhal mektubu alarak yola koyuluyor.

Mürşid ile mürid

İki aylık bir yolculuktan sonra İstanbul’a varıyor. Mektubu Sultan Mahmud’a takdim ediyor. Sultan Mahmud mektubu alıp okuyunca öpüp başına koyuyor. Sofiye de: Sen yoldan gelmişsin yorgunsun haydi istirahate çekil diyor. Arkasından da bir cariye çağırarak “git bak sofinin neye ihtiyacı var, ne yemek istiyorsa hazırla, istirahatini temin et” diye emir veriyor. Cariye sofinin kaldığı odaya gidip “canın ne yemek istiyorsa söyle, hazırlıyayım” diye sorunca sofî:

“Yoldan geldim boğazım toprak dolmuş. Şöyle tatlı cinsinden, pekmezli bir şeyler hazırla da yiyeyim” diyor. Cariye kadın ateş yakıp istediklerini hazırlamaya başladığında şeytan da gelip sofiye vesvese vermeye başlıyor. Şehveti dayanamıyor, elini kadının uzun ve güzel saçlarına dokunduruyor.

Dokundurunca şeytan daha da vesvese vererek şehvetini artırıyor. Sofî hemen yerinden kalkarak niyetini tam bozmuş olarak kapıyı kapatıyor. Artık kadınla zina arzusundadır sofî. Tam o sıra bir de ne görsün, duvar iki parça olup içinden Beyazid-i Bistami, üzerinde cübbesi, başında sarığı olduğu halde heybetiyle çıkmasın mı?

Sofî kendinden geçerek bir nara atıp yere yıkılıyor. Beyazıd-ı Bistamî (K.S.A.) sofiye dönerek: “Ey gafil ne yapıyorsun? Yusuf ile Züleyha’nın başına gelen fitne şimdi de senin başının üzerindedir” diyor.

Sofî bir müddet yerde kaldıktan sonra aklı başına gelip kalktığında bakıyor ki kimseler yok. Sabah olunca Sultan Mahmud’a gidip mektubunun cevabını alıyor. Tekrar gerisin geriye yola koyuluyor. İki ay gidiş, iki ay da geliş olmak üzere tam dört, ay sonra mektubun cevabını getirip Şeyh’ine veriyor.

Beyazıd-ı Bistami: “Ha, geldin mi?” diyor. “Evet, Kurban, geldim” diye sofî cevap veriyor. Beyazıd-ı Bistami: “İyi, güzel. Sen gelene kadar ben de sorunun cevabını hazırladım. Şeyh’in mürid üzerindeki hakkı: Her ne söylerse itirazsız, acizlik göstermeden hemen yerine getirmek. Senin yaptığın gibi. Demedin ki yayayım, bineğim yok.. Demedin ki parasızım, azığım yok, hazırlığım yok. Derhal iki aylık yola revan oldun.

Müridin Şeyh üzerindeki hakkına gelince: Onu hatalardan, günahlardan, emre uymamazlıktan muhafaza etmek korumaktır. O da benim seni günahtan koruduğum gibi der.

Mürid sadık olduğu müddetçe, tarikat hakikatlerine riayet ettiği müddetçe, Mürşid-i Kâmil’i onu muhafaza eder. Her gün, her zaman onun imdadına yetişir. Eger bunun aksi olursa o zaman hata, noksanlık müridin kendindedir. Müridin hatayı kendinde araması lâzım gelir.

Mürşid ile mürid
Himmet
Mürşid ile Tevbeye Mecbur muyuz?

Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu