Tasavvuf Sohbetleri
Çok Okunuyor

Vesileye ihtiyacımız var

Vesileye ihtiyacımız var

Allah Teala kulunun kalbinden geçen düşünceleri bilir, dilinden dökülen duayı işitir. Ancak her duayı kabul etmez, kulun her istediğini vermez. Çünkü aciz ve cahil olan kul kendisi için neyin hayırlı olduğunu bilmez. Günahkar dili ve kirlenmiş kalbiyle neyi nasıl isteyeceğini bilemez. İşte bunun için Allah Teala’nın şahitlerini, aşıklarını aracı koymaya, vesile kılmaya ihtiyacımız var.

Hakk’a vasıl olmak isteyen kimse için bütün ibadetler, hayırlar, hizmetler ve kainat bir vesileden ibarettir. Aynı şekilde peygamberler, evliyalar ve hak aşıkları da bizler için birer vesiledir. Vesile, kalbimizi gafil, nefsimizi cahil, halimizi harap görüp, acziyetimizi kabul edip, dua mihrabından bir adım geri çekilerek; oraya kalbi uyanık, nefsi terbiye olmuş, hali güzel bir dostu geçirmektir.

Sonra onun arkasında durup onun kalbi ve diliyle yüce Allah’a ihtiyacımızı arz etmektir. Yani vesile kuldan bir şeyi yaratmasını değil, o şeyi Allah’a arz etmesini istemektir. Bir dostun diliyle derdimizi yüce Allah’a açmaktır. Rabbimiz’den bir şey isterken ben değil, biz demektir. İsterken tevazu gösterip nefsi geri çekmek, dostu ileri sürmektir.

İlgili Makaleler

İhtiyacımızı Allah’a arz ederken salih bir kimseyi iki şekilde vesile edebiliriz. Birincisi, Allah dostundan, bizim adımıza Allah’tan bir şey istemesini veya günahlarımızın bağışlanması için Allah’a af dilemesini istirham ederiz. O salih zat da isterse elini açar ve “Allahım! Şu kuluna isteğini ver, onu affet, cehennemden koru, cennetine koy!” şeklinde hayır dua eder.

Böyle bir dua talebinde bulunmakta hiçbir sakınca yoktur. Bunu salih ve kamil bir kimseden isteyebileceğimiz gibi; herhangi bir müminden de isteyebiliriz. Dinimizde birbirine hayır dua etmek, Allah’tan diğer mümin kardeşinin affını istemek teşvik edilmiştir. Bu davranış her iki taraf için de hayırlı ve kazançlıdır. Hatta, başkası için dua ve istiğfar etmek takva sahibi insanların en önde gelen ahlakıdır.

Bu ahlak Allah’ın emri ve Hz. Peygamber’in (s.a.v) sünnetidir.

Salih insanları vesile etmenin ikinci şekli ise şöyledir: Allah Teala’dan bir şey isterken “Ya Rabbi şu salih kulunun (peygamberin veya velinin) hürmetine ve senin katındaki dostluğunun hatırına şu ihtiyacımı gider, beni affet!” denebilir.

Burada vesile yapılan salih kuldan istenen hiçbir şey yoktur. Her şey alemlerin Rabbi’nden isteniyor, ancak dilekçemizin başına Allah’a hamd, Rasulü’ne (s.a.v) salat ettikten sonra, Hak katında kabul görmüş bir dostun ismi ekleniyor.

Kul bununla şöyle demek istiyor: “Ya Rabbi! Ben senin rahmetine muhtacım, kapına geldim; ancak senin yüce huzurunda bir şey istemeye yüzüm yok. Çünkü benim kusurum ve gafletim çok. Sen bana benim halime göre muamele etme.

Şu dostunun güzel halinin hatırına bana rahmetinle muamele et. Onun hatırına benim şu işimi hayırla sonuçlandır, sıkıntımı gider, günahımı affet.”

Yalnız Allah’tan istemek nasıl olur?

“Allahım! Ancak sana kulluk eder, sadece senden yardım isteriz.” (Fatiha / 5) Bu ayet, bizlere vesileyi hatırlatıyor. Çünkü bu sureyi herkes tek başına okuduğunda da “Allahım sadece senden yardım isteriz” demektedir.

Yani, ayette Allah’tan bir şey isterken ben değil, biz şeklinde dua edilmesi öğretilmektedir. Bunun manasını ve hikmetini müfessirler şöyle açıklıyorlar: Bu ayette kula edep ve tevazu öğretiliyor.

Mümin ilahi huzurda derdini açarken nefsini o huzurda tek başına söz söylemeye ehil görmüyor, kendisini diğer müminlerin içine katıp onların salih ve kamil olanlarını kendisine destek yapıyor, böylece kalpler birleşip ortak bir dille “Ya Rabbi senden isteriz, senden istiyoruz” deniyor.

İşte tasavvufta uygulanan vesile bundan başka bir şey değildir. Yani vesile, “ben”i, benliği bırakıp, her mümini kendi parçası görerek birbirine dua etmek ve topluca sadece Allah’tan istemektir.

Ayette geçen “sadece senden isteriz” ifadesinin asıl manasını düşünmeden ve hiçbir ayrım yapmadan “her şey sadece Allah’tan istenir, kim Allah’tan başkasından bir şey isterse şirke düşer!” diyen kimse, kendisi başta olmak üzere, herkesi şirkin içine itmiş olmaktadır. Çünkü istenecek şeylerin içine ekmek, yemek, ilaç, para, ilim, akıl, yardım gibi günlük hayatta birbirimizden istediğimiz şeyler de girmektedir.

“Kimse kimseden bir şey istemesin, kimin ne haceti varsa sadece Allah’tan istesin, çarşı-pazarlar, okullar, hastaneler, eczaneler kapansın” demek mümkün mü?

Allah dünyayı sebepler alemi olarak yaratmıştır. Bu alemde her insana farklı kabiliyet, fazilet, mal, mülk ve yetkiler vermiştir. Bununla kimin nasıl davranacağını ortaya koymak istemektedir ve herkesi verdiği nimetin şükründen hesaba çekecektir. Eldeki nimetin şükrü, o nimetin aslında Allah’a ait olduğunu bilip onu Allah yolunda hayırlarda kullanmaktır.

Fakir zenginden, cahil alimden, hasta doktordan, zayıf güçlüden, gafil ariften bir şey isterken, aslında Allah’a ait bir nimeti istediğini bilmelidir. İsteyen de veren de verilen de yüce Allah’ın mülküdür, hepsi kendilerine verilen ilahi görevi yapmakla görevlidir. Allah peygamberlerine güzelce tabi olan veli kullarına birçok manevi nimet ve yetki vermiştir.

Onların kalbini nur, irfan, ilim, feyiz ve sevgisiyle doldurmuştur. Onları maneviyat aleminin sultanı yapıp, ellerine manevi hazinelerin anahtarlarını vermiştir. Kim onlardan bir şey isterse Allah’ın kendilerine emanet ettiği nimetlerden istemiş olmaktadır. Asıl veren ise mülkün sahibi Allah’tır.

Mürşid insana ne kazandırır?

Büyük veli Şah-ı Nakşibend (k.s) Allah dostlarının işini şöyle özetler: “Bizler, Allah Teala’ya ulaşmada bir vasıtayız. Bizden kesilip asıl maksada, Cenab-ı Hakk’a bağlanmak gerekir. Gerçek mürşitlerin yolu budur.

Allah’a vasıl olan arifler, diğer insanlara bu işte rehberlik ederler. Onlar bu yolun çocuklarını önce hakikat beşiğine yatırıp sıkıca bağlarlar. Vuslata kadar onları terbiye sütü ile beslerler. Cenab-ı Hakk’a vuslat hasıl olunca, özel bir şekilde bu takip ve terbiye işini keserler.

Böylece müritlerini Allah’ın huzurunda kabul görmüş, mahrem daireye girmiş birisi yaparlar, aradan çıkarlar. Artık bundan sonra müritler, arada bir vasıta olmaksızın Allah’tan ilim ve feyiz alacak hale gelirler, buna güç yetirebilirler.

İşte bu hale ulaşmak bir mürşid ile mümkündür. Böyle bir hali elde eden kimse, sonsuz bir ömür bulsa ve bütün ömrünü bu nimete şükür için harcasa yine de bu nimetin şükrünü yerine getirmiş olamaz.”

M.Saki El Hüseyni
Himmet
Mürşid ile Tevbeye Mecbur muyuz?

Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu