Hikayeler

Bedevi ve Su Testisi

En garibi, kulluğumuzun tescili olan ibadetlerimizle bile varlık duygusuna kapılırız. “İbadet eden bir kişi” olarak görürüz kendimizi, başkalarından bir gömlek üstün..

Bedevi ve Su Testisi

İbadetlerimizi yerine getirir, iyilikler yaparız. Ama kimi zaman bütün bu iyi ameller uğursuz bir tılsımla içimizdeki kötünün böbürlenmesine sebep olabiliyor. Böylece bütün güzel amellerimiz boş bir kaba dönüşebiliyor.

Mesnevî’de bir hikâye anlatılır, hayli etkileyici bir hikâye. Aslında bu hikâyede hepimizin bir hissesi var. Bu yüzden yazıya bu hikayeyle başlamamız gerekiyor:

Zamanın birinde çölde yaşayan bir adam vardır, bir bedevi.

İlgili Makaleler

Adı üstünde çöl, hayat şartları ağır mı ağır. Bedevi ve vefakâr hanımı bin bir çileyle hayatlarını sürdürmeye çalışırlarken, bu zorluklardan kurtulmanın yollarını hep düşünüp durmuşlar.

Karı koca yine bir gün böyle düşünürlerken akıllarına bir çare gelir: “Bir yolunu bulup Sultanın huzuruna, Bağdat’a gitmeli ve ondan yardım talep etmeliyiz.”

Tuhaf bir hediye

Upuzun ve meşakkatli bir yol vardır önlerinde ama Sultan’a eli boş da gidilmez. Onun şanına yaraşır bir hediye sunmak gerekir. Onun da çaresini bulmuşlar: Kendileri için çok kıymetli olan yağmur suyuyla doldurulmuş bir testi.

Kendilerince mükemmel bir karara vardıklarını düşünmüşler. Biçareler, Bağdat’ta da su kıtlığı olduğunu zannediyorlarmış.

Bedevi, su testisini omzuna alıp yollara düşmüş. Günlerce süren çöl yolculuğundan sonra Bağdat’a ulaşmış. Sultanın sarayına varmış. Sultanın hizmetçileri onu çok iyi karşılamışlar, yüzüne gül suları serpmişler ve iltifatlarda bulunarak gönlünü hoş eylemişler.

Bedevi dinlenirken bir ara hizmetçilere testisini uzatmış ve şöyle söylemiş:

– Bu hediyemi Sultana götürünüz, padişahın fakirini ihtiyaçtan kurtarınız. Bu yeşil ve güzel bir testidir. İçinde gölde toplanmış yağmur sularından aldığım tatlı su vardır.

Bedevinin dilinden dökülen bu samimi sözler hizmetçilerin tebessümüne sebep olmuş. Bununla birlikte hediyeyi büyük bir hürmetle alıp Sultana arz etmişler. Sultan bedevinin hediyesini son derece büyük
bir memnuniyetle kabul eylemiş ve karşılığında testiyi altınla doldurtup bedeviye teslim ettirmiş. Bunun yanında başkaca hediyeler ve değerli elbiseler de ihsan ederek onu ihtiyaçtan kurtarmış.

Hizmetçiler verilen hediyeleri alıp huzurdan çıkarken Sultan onlara şöyle emirde bulunmuş:

– “Bu adamcağız buraya gelirken kara yoluyla gelmiş ve bir hayli zahmet çekmiştir; dönerken onu Dicle nehrinden gemiyle gönderin.”

Hizmetçiler Sultanın emrettiği gibi bedeviyi hediyelerle birlikte gemiye bindirip uğurlamışlar. Bedevi gemiye binip o koca Dicle nehrini görünce şaşkınlığını gizleyememiş. Mahcubiyetinden iki büklüm secdeye kapanmış. Görmüş olduğu bunca iyilik ve insanlık karşısında dilinden şu sözler dökülmüş:

– İkramı bol padişahımız ne kadar da cömertmiş! Bu kadar tatlı suya sahip iken benim getirdiğim bir testi kıymetsiz suyu kabul eyledi!

Testi aslında nedir?

Hikâyedeki testi, insanın sahip olduğu ve “benim” dediği her şeydir.

Sahip olduklarımızla gururlanırız. Malımızla, makamımızla, evladımızla, bilgimizle, irfanımızla, çevremizle hatta bedenimizle… Dilimizle söylemesek bile içimizde bir duygu oluşur, “işte bunlar benim” deriz. Birisiyle muhatap olurken o sahip olduklarımızın psikolojisi ile hitap ederiz, öyle oturup kalkarız. Gönül adamları buna “varlık duygusu” demişlerdir.

En garibi, kulluğumuzun tescili olan ibadetlerimizle bile varlık duygusuna kapılırız. “İbadet eden bir kişi” olarak görürüz kendimizi, başkalarından bir gömlek üstün..

Bu hali insanlarla muhatap olurken yaşayabildiğimiz gibi, Yüce Mevlâ’ya karşı bile yaşayabiliriz. Dua ederken yaptığımız iyilikleri, ibadetleri bedevinin testisi gibi öne koyarız, onlara çok kıymet veririz. Kendimizi ibadet ehli, zikir ehli iyi bir insan görerek, hâşâ: “Eh, ben bu kadar kulluk yaptım, sen de bunlara karşı beni affet veya bana şunları ver ya Rabbi!” gibi bir duyguya kapılabiliriz.

Bu çok ciddi bir hatadır. Kalbe bulaştıysa ciddi bir hastalıktır. Dicle nehrini görmemiş olan ve bir testi su ile büyük bir hediye sunmuş olduğunu sanan bedevinin durumuna benzer.

Şeytan bir insanın iyilikler yapmasına, ibadetlerini yerine getirmesine engel olamayınca bu sefer o iyilikler ve ibadetlerin içinde ona vesvese vermeye başlar: “Sen ne iyi bir insansın..”, “Bu zamanda senin kadar ibadetlerini yapan kaç kişi var ki?”, “Kaç kişiye bu kadar zikir yapmak nasip olur?” gibi düşüncelerle ruh dünyasını bulandırmaya çalışır. Böylece ibadetlerinin içini boşaltır.

Zamanla insan bir de bakar ki, iyiliklerin ve ibadetlerin şekilleri kalmış ama ruhları kaybolmuş. İbadet yaptıkça gönülde takva hassasiyeti artacağına, kalbi vurdumduymazlık ve menfi bir özgüven duygusu sarmış. Her an Allah Tealâ’nın huzurunda olduğunun daha fazla farkına varacağına, ibadetlerine olan güveninden dolayı o farkındalık iyice azalmış.

İyiliklerimiz kimden?

İbadetlerimizi yapabilmemiz, iyilikte bulunabilmemiz ve zikirle meşgul olabilmemiz de tamamen Allah Tealâ’nın bize bir ihsanıdır. İbadetlerimizi hep göz önüne getirerek böbürlenmek, yani yaptığımız ibadetlerle kalbimizde bir varlık duygusu oluşması ciddi bir tehlikedir. Böyle bir halden Allah’a sığınırız.

Bedevinin su testisi ve Dicle nehri karşısındaki hali, ibret almak için yetmez mi?

Mehmet IŞIK
Mürşid ile Tevbeye Mecbur muyuz?
Seyda Hazretlerinin Bir Kerameti

Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu