Gavs-ı Kasrevi Sohbetleri
Çok Okunuyor

İnsan aldanmamalı

Keşfi açılmış bir mürid bir gün Levh-i Mahfuz'a nazar ettiğinde şeyhinin ismini azâb ehli olanların arasında görüp çok üzülür. Şeyhinin şekavet ehli olduğunu öğrendikten sonra neşesi kaçar.

İnsan aldanmamalı

Yirminci Sohbet

İnsan dünyaya mağrur olmamalı, çünkü kendi malı değildir. Meselâ, insana tekrar geri almak üzere bir saatliğine zenginlik verseler ne kıymeti olabilir? Bir saat zenginliğin sonunda tekrar fakirliğe döneceğine göre, o bir saatlik zenginliğin neyine mağrur olabilir?

İşte dünya da âhiretin yanında aynen bir saat zenginlik gibidir. Hatta o kadar bile değildir. Çok kısa bir zaman gölgesinden istifade edilebilir bir ağaç gibidir. Dünya hayatının müddeti çok kısacıktır.

İlgili Makaleler

Akıllı olduğunu söyleyen insan, gerçekten akıllı ise, birazcık aklı birazcık imanı varsa, imanı kemale ermişse, dünya hayatı için âhire-tini feda etmez. Kendini avare bırakmaz. Arkadaşlarının yanında kendini rezil etmez. Zebanilerin eline yakasını vermemeye çalışır.

Rabbü’l-Âlemin amel yapmayan kimselerden razı olmamıştır. Bu günde razı olmaz amel yapmıyanlardan. Bütün Peygamberler, bütün ümmetler, bütün mahlûkat Rabbü’l-Âlemîn’in rızasına muhtaçtır. Amel yapmayan kimselerden de Rabbü’l-Âlemîn asla razı değildir.

Rabbü’l-Âlemîn, mahlûkatın içinden seçilmiş kimselerden olan Peygamberlerinin bile amelsiz olmasına razı olmamıştır. Peygamberlerinin faile amelsiz olmasına razı olmayan Rabbü’l-Âlemîn, diğerlerinin, ümmetlerin amelsiz olmalarına nasıl razı olur?

Şimdi amel yapmak için tam fırsattır, öldükten sonra, öbür âleme intikal ettikten sonra artık amel yapılmasına imkân kalmaz. Onun için insan bugün fırsat elde iken, gücü yettiği kadar yüzünü Allah’a çevirmelidir.

İnsan amelini Cennet için, Cehennem korkusu İçin yapmamalı, ancak Allah dostluğunu kazanmak için yapmalıdır.

Keşfi açılmış bir mürid bir gün Levh-i Mahfuz’a nazar ettiğinde şeyhinin ismini azâb ehli olanların arasında görüp çok üzülür. Şeyhinin şekavet ehli olduğunu öğrendikten sonra neşesi kaçar.

Müriddeki bu değişiklik şeyhinin gözünden kaçmaz. Sorar. “Ne oldu sana üzüntülü, kederli olmanın sebebi nedir?” Mürid: “Efendim, üzüntüm senin ismini şekavet ehli arasında görmemden geliyor. Ondan dolayı, keyfim neşem yoktur. Üzüntülüyüm.” diye cevap verir.

Şeyhi müridine şöyle karşılık verir. Der ki:

-“Senin yeni gördüğünü ben tam yedi seneden beridir görmekteyim. Fakat elimden ne gelir ki. Bizler hepimiz Allah’ın mahlûkları değil miyiz? O nasıl isterse öyle hareket eder. Bize düşen kulluğumuzu yapmaktır. Yedi senedir o yazıyı görmekteyim Levh-i Mahfuz’da ama amelimden zerre-i miskâl kadar eksiltme yapmadım. Eskisi gibi devam etmekteyim.”

Bütün insanlar Allah’a muhtaçtır, öldükten sonra da muhtaçtır. Onun için insan yüzünü Allah’a çevirmeli, dünyayı tanımalı, Allah yoluna emek vermelidir. Aksi halde yakasını Rabbü’l-Âlemîn’in elinden kurtaramaz.

Mutlaka huzura çıkacak, mahkemesinde mahkeme edilecek ( dünyada yaptıklarından hesap sorulacak. Dünyada ameli fazla olandan Allah memnun olur. Ondan razı olur.

Amelde en önde giden Peygamber (A.S.V.) idi. Sahabeleri de onu takip ederlerdi. İmanda önde giden sahabeler, amelde de öyle idiler. O kadar ibadet etmiş, Allah’ın rızasını kazanmışlardı ki dünyada iken Cennet müjdesini almışlardı.

Müjdeyi aldıktan sonra da amellerine devam etmişler, hakikî olarak Allah’a yönelmede sebat etmişlerdi.

Sâdâtı Nakşibendî’nin salih amelleri çok olduğu için Rabbü’l-Âlemîn onları bu kadar yükseltti. Amelsiz olarak hiç kimse Allah’a ulaşamaz. Meselâ, Şeyh Abdülkadir Geylânî (K.S.A.) yirmibir sene insanların içine karışmadan dağlarda, bayırlarda, amel yapıp emek verdiği için büyük makamlara sahip oldu.

Şeytanın insanı saptırmaması, aldatmaması, ibadetten geri bırakmaması için çok dikkat edilmesi lâzımdır. Rabbü’l-Âlemîn’in razı olması için amel yapmak, emek vermek mutlaka lâzımdır. Gerçi Rab-bü’1-Âlemîn Gafuru’r-rahîm’dir ama Rahmetine müstahak olanlar için Gafuru’r-rahîm’dir. Yolunda gitmeyen emrine uymayan kimselere ise Şedidü’l-ikab’dır.

Günah işledikten sonra pişman olup hakîkî olarak tövbe ve istiğfar eden, rücu eden kimseler için Rabbü’l-Alemîn Gafuru’r-rahîm’dir. Emrine uymayan günah İşlemekte devam eöen kimseler için Şedidü’l-ikab’dır Rabbü’l-Âlemin.

Bazı kimseler, Allah Gafuru’r-rahîm’dir, affeder, diyorlar. Evet Gafuru’r-rahîm’dir ama emrine uyanlar için Gafuru’r-rahîm’dir.

Gavs (K.S.A) bir sohbetlerinde İbrahim Edhem’i (K.S.A.) anlattı İbrahim Edhem Padişah imiş. Bir gün istirahat halinde, haremiyle sohbet ediyormuş. Bu dünyada sürdüğümüz zevki, sefayı, keyfi, âhirette de süreriz, diyormuş.

Bunlar böyle sohbet ederken sarayın damında bir. Arab’ın gezinmekte olduğunu, bir şeyler aradığını görür. Arab’a, İbrahim Ethem, ne istediğini, ne aradığını sorar. Arab: “Develerimi kaybettim, onları arıyorum” der.” İbrahim Ethem, Arab’a: “Çok acayip şeyler söylüyorsun damda senin develerinin işi ne? Bütün kapılar kapalı olduğu halde nasıl olur da senin develerin saraya girip dama çıkabilir.

“Develerin damda aranması çok acaiptir.” der.

Arap şöyle cevap vererek oradan uzaklaşır. Der ki: “Benim damda deve aramamı acaip görme, tuhaf karşılama. Esas acaip olan, dünyada sürdüğün zevk ve sefayı âhirette de sürmeyi düşünmendir.”

Bu cevabı alan İbrahim Ethem, damdaki adamın normal insan olamayacağını, ancak kendisini irşad için gönderilmiş bir zat olabileceğini düşünerek kendine bir mürşid aramak üzere yola çıkar. Bu bana gönderilmiş İlâhi bir işarettir diyerek bir mürşid-i kâmil buluncaya kadar dolaşır.

Bulunca da hemen ziyaretine gidip kendim takdim eder. “Ben falan memleketin hükümdarıyım. Tövbe etmeye geldim” diye arz eder. Şeyh tarikat vermez. “Ben sana tarikat vermem” der. “Sen padişah olduğuna göre, millete zulmetmiş olman, mallarını ellerinden zorla almış olman mümkündür. Onun için sana tarikat veremem” der.

Eskiden böyleydi. Onun bunun malına tecavüz eden, kulların hukukunu gözetmeyen kişilere Nakşibendî sâdâtı tarikat vermezdi. Maalesef, bugün için böyle bir şeyi tatbik etmek mümkün değildir. Eğer tatbik edilmeye kalkışılırsa tarikatta kimse kalmaz.

Tarikat alamayan İbrahim Ethem, memleketine döner. Üzerinde kul hakkı varsa hepsini sahiplerine iade eder. Padişahlığı, saltanatı terk ederek tekrar şeyhin huzuruna varır. Tarikat alıp tövbe ederek yüzünü Allah’a çevirir, amel etmeye başlar. On – onbeş sene emek vererek amel eder.

Bir gün Şeyhi, İbrahim Ethem’i çağırır. “Benim canım şarap İstiyor. Falan çarşıda, falan dükkânda vardır. Git, bana al getir” der. İbrahim Ethem hiç kalbini bozmadan itikadını zedelemeden hemen kalkıp söylenen dükkâna gider. Şarabı alır, getirir, Şeyhine arzeder Şeyhi istemiyorum artık, canım istemiyor diyerek şarabı reddeder.

İbrahim Ethem için imtihan devresi başlamıştır artık. Şeyhi onu tecrübelerinden geçirmektedir.

Aradan bir müddet geçer. Şeyhi tekrar onu çağırarak canım güzel bir kadın istiyor, der. İbrahim Ethem peki, kurban, diyerek huzurundan çıkar. Düşünmeye başlar: “Şeyhimin emrini acaba nasıl yerine getireceğim” diye.

“Eskiden olsaydı padişahlık zamanında etrafımda bir çok güzel kadın vardı. Fakat şimdi ne yapacağım? Şeyhimin arzusunu nasıl yerine getireceğim” diye düşüne düşüne eve varır. Eve girer. Karısına: “Hanım kalk. En iyi elbiselerini giyin. Ziynetini tak, beraberce Şeyhimin yanına gideceğiz” der.

Hanımı hazırlanır, beraberce çıkarlar. Şeyhinin huzuruna vararak “Efendim, emriniz üzerine getirdim” der. Şeyhi “Neyi getirdin?” diye sorunca. Siz benden genç ve güzel bir kadın istememiş miydiniz? Kendi hanımımdan daha güzelini bulmama imkân olmadığından onu getirdim” diye durumunu arz eder.

Şeyhi İbrahim Ethem’in hanımını hemen geri gönderir. Yapmış olduğu bu tecrübeyi kafi görür. İtikadını, teslimiyetini tam olarak ölçen Şeyh hemen İbrahim Ethem’e halifelik verir, İbrahim Ethem zamanının en büyük evliyası olur.

İnsan aldanmamalı

Namaz kılmayan, Allah’ın emirlerine uymayan, emirlerine muhalefet eden kimse, âhîrette mahrum olur, eline bir şey geçmez.

İnsanın yediği helâl ise salih amel üzerine hareket edebilir. Şayet aksi ise, Allah’ın emirlerine göre hareket edemez. Dünyada da âhirette de zarar eder.

Rabbü’l-Âlemîn’in emrine uymayan, günah işleyen kimseler kıyamet gününde yaptıklarının hesabını verecekler, yoldan çıkanlar yaptıklarından dolayı azâb görecekler.

Rabbü’l-Âlemin, hiçbir zaman, hiçbir kimseye, vezir oğludur, hakim oğludur, şeyh oğludur, seyyid oğludur veyahut peygamber oğludur, diye hususî muamele yapmaz. Rabbü’l-Âlemin hep salih amellere bakar. Kim ne yaparsa kendisine yapmış olur, başkası için değil. Öyleyse insan salih ameller işleyerek kendi kurtuluşunu temin etmelidir.

Harun Reşid’in kardeşi olan Behlül’e bir zamanlar bir korku hali ârız olur. Korkuyu üzerinden bir türlü atamaz. “Hep kardeşim Harun Reşid hükümdardır. Mü’minlerin emiridir. Olur ki Müslümanlara zulüm eder, hakaret eder. Ben de onun kardeşi olduğumdan dolayı mesul tutulursam Rabbü’l-Âlemine nasıl cevap vereceğim” diye düşünür.

Dehşet içinde kalır. Bir hafta kadar bu korku içinde titrer. Bir gün çarşıya çıkıp kasap dükkânının Önünden geçerken dükkânda koyun ve keçi etlerinin kendi bacaklarından asıldığını görünce rahatlar, korkusu geçer. “Elhamdülillah, her koyun kendi bacağından asılmış. Öyleyse ben kardeşimin yaptıklarından mesul olamam” diyerek ferahlar.

İnsan dünyayı, dünya hayatını sevdiği ve dünyada kendisine bîr zarar gelmesini İstemediği gibi, âhireti de düşünmeli, sevgisinin büyüğü, devamlı olan, ebed-ül ebed olan âhiret hayatı için olmalıdır. Gerçekten âhireti düşünen kimse âhirete dünyadan yüz derece daha fazla ehemmiyet verir.

Dünya hayatı göçebelerin hayatına benzer, öyle ise dünyaya muhabbet, dünyaya verilecek değer bu ölçü içinde olmalıdır.

İnsan aldanmamalı

Anasayfa

Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu