Allah Dostlarından Sözler
Çok Okunuyor

Hikmetler

Zikir bir kazmadır ki, onunla gönüllerdeki yabancı duygu dikenleri temizlenir. Öyle zikret ki, seni kaplayan istiğrak içinde ruhuna ne cennet arzusu uğrasın, ne cehennem korkusu düşsün!.

Hikmetler

Nefsi kırmak meselesi: Hakkında kötü söylenen bir insan bundan müteessir olur. Böyle bir şeyin insan tab’ına hoş gelmemesi fıtrî ve umumîdir. Dervişe lazım olan ise bu hoşlanmamayı gönlünden kovmasıdır. Bu da Allah’a ermeden olmaz ve sadece zikirle murakabeyle elde edilemez. Gerçek sülük (yola giriş) ise budur.

Bela ve mihnet meselesi: Bela ve mihnetin insan kalbini tasfiye edişi, pak ve saf hale getirişi kadar hiç bir şey müesser olamaz. Bela ve mihnet, bilhassa, Allah ile kul arasındaki perdeyi incelticidir. “Belaların en büyüğü nebilere, sonra evliyaya ve sonra sırasiyle şuna ve buna gelir” mealindeki hadîs bu hikmete işarettir.

Kalabalıkta halvet: Kalabalıkta halvet (halvet der encümen), pazara girdiğin zaman halkın patırtısından kulağına hiç bir şey çarpmaması demektir. Kolayca ele geçer bir şey değildir bu… Bazıları bu yolu kolay sanırlar. Hoca Muhammed Parisa bunca iç ve dış kemalin sahibi oldukları halde “Hacegan” kitaplarını yanlarından ayırmazlardı.

Amel: Ameli sevmek lazım, huzur ve cemiyeti değil… Amel, iradeye bağlıdır, huzur ve cemiyet ise irade dışında… Huzur ve ce­miyeti hazırlayıcı aslî saik ameldir.

Kelam : insan, kendisini, dinlediği sözün iç manalarına vermelidir. Sözleri dış yüzünden dinlemekle bir şey olmaz. Kelamın bir cemali vardır ki, Hak onu inayet ettiklerine gösterir. Nitekim Allah, beyinlerini kelam ile gönderdi, cezbe ve tasarrufla değil…

İlim: Nahiv (gramer) bir haftada öğrenilmesi kabil bir ilimdir. Düşündüm : Ne olaydı, dervişliği de bir kitapta toplayabilselerdi ve bir haftada öğrenmek mümkün olaydı? Halbuki hakikatte ne kadar basit… Gönül aynasını bu dünyadan çevirip Allah’a döndürmekten ibaret…

Söz söylemek:”Reşahat” sahibi: Bir gün içime bir düşünce sızdı : Eğer bana da vaaz işi verilse mevzuum ve niyetim ne olmalı? Bunun için meclislerine gittim. Buyurdular :
“Bir kimse ululardan birine baş vurup vaaz etmek istediğini söyledi ve ne niyetle vaaz etmesi gerektiğini sordu. Ulu kişi günaha niyet etmenin faydası olmadığı cevabını verdi. Bu cevap doğrudur; zira vaktinden önce nasihat günahtır. Ve bu cevaptan anlaşılan şudur ki, söz, yüce bir şeydir ve zama­nında ve yerinde olmalıdır. Şimdi onun zamanını göstereyim : Tarîkat büyükleri bu bahiste derin tahkiklerde bulunmuşlardır. Söz söylemek, dilin gönülle, gönlün de Hak ile olduğu zaman makbuldür” .

Yakınlarına hitap : Sizden hanginizdir ki, yirmi kere, belki daha fazla tasar­ruf edildiği ve nisbet sahibi kılındığı halde her dışarı çıkışında onu kaybetmemiş olsun? Size verilen veriliyor, lakin siz onu mu­hafaza edemiyorsunuz! Eline bir nur teslim edilen insan, icap eder ki, onu en aziz varlığı bilsin, fanî varlığını tasfiye etsin, ka­ranlıkları yensin ve ışığa çıksın…

Rabıta: (mürşidin hayaline bürünerek erme usulü): “Reşahat” sahibi: Bu fakire rabıta usulünü talim ettiler ve buyurdular :
“Yabancıları gönlünden çıkar ve kılavuzun gönlünde yer tut! Şeyhinin muradı, senin, seninki de onun olsun! Fanî olmanın yolunu ondan öğren ki, Allah’ta fanî olmak saadetine eresin!

Nazar: “Reşahat” sahibi: Hoca hazretlerinin mübarek çehrelerine çok nazar ederdim. Bir gün bu halimi görüp buyurdular :
“Bir hürmetkarı, hoca Bahaeddin Nakşibend hazretlerinin mübarek yüzüne çok nazar edermiş. Hoca hazretleri, bu hürmetkarına, gönlünü rüzgara kaptırmaması için, yüzlerine çok bakmamasını ihtar etmişler ve nereye nazar edileceğini bildirmişler… Nazar, pîrin iki kaşı arasındadır ve mürid, kendisine ait her halin pîr tarafından görüldüğü ve bilindiği kanaatini muhafaza etmekle mükelleftir. Böylece pîrin heybet ve azametini üzerine çekerek batınım tasfiye etmelidir.

Kötü “havatır” ve duygulardan kurtulmanın yolu : “Havatır” ve beşerî nefs iğvalarından kurtulmanın yolu üçtür:
Birincisi, hayır ve ibadet yolunda kendi kendisine gayret. ikincisi, kendi kuvvetini aradan çıkarıp her şeyi Allah’tan bil­mek ve dua, niyaz, teferru kıblesinden yüz çevirmemek… Üçün­cüsü de pîrin himmetine sığınmak.. Elbette ki bu yollardan en elverişlisi, pîrin manevî himmetine yönelenidir.

Riyazet: Fazla açlık ve uykusuzluk dimağı zayıflatır. Bu yüzden­dir ki, riyazetleri mübalağalı olanların keşiflerinde galatlar gö­rülmüştür. Ferah ve sevinçle geçen uyanıklık ise bünyeyi kuv­vetlendirici olduğu için uyku ihtiyacını karşılar ve faydalı olur. Nitekim hoca Bahaeddin Nakşibend hazretlerinin bir menkıbesi bu hakikate işarettir : Fazla riyazet davasındaki bazı müridlerine nefîs bir yemek yediriyorlar ve sabah namazına kadar rahat ra­hat uyumalarını emrediyorlar. Sabahleyin herkes tam gıdasını ve uykusunu almış olarak hoca hazretlerinin etrafında toplanıyor­lar ve sıhhatle vazifelerine devam ediyorlar. Demek ki, bu yolun başlıca şiarı, itidal sırrında ve ifrat ile tefritten kaçınmak hikmetindedir.

Zikir: Zikir bir kazmadır ki, onunla gönüllerdeki yabancı duygu dikenleri temizlenir. Öyle zikret ki, seni kaplayan istiğrak içinde ruhuna ne cennet arzusu uğrasın, ne cehennem korkusu düşsün!. Uyku ile uyanıklık, nazarında ayırt edilemez olsun ve şeytan, kalb kapısını kendisine kapatılmış bulsun!.

Ruh: Ruh, aslî vatanında daima müşahede halindeydi. Onu bu fena alemine gönderip küçük hayat ihtiyaçlarının kafesine tıktılar. Fakat bazılarında bu kafeste mahpusluk ıstırabı ve aslî vatana dönmek iştiyakı galip geldi ve gaye, bu işin yolunu aramak oldu. Bundan anlaşıldı ki, insan vücudundan maksat bu ıstırabın meydana gelmesi ve çaresini aramasıdır. Halk, vücudu nasıl anlasın, gaye ve yol budur!

Kulluk: İbadet, emirlere uyup yasaklardan el çekmekten ibarettir. Kulluk, bu şekilde Allah’a yönelmektir. Kulluk ile ibadet arasındaki fark, birinin gönül, öbürünün amelde tecellisidir.

Miraç: Miraç, manevî ve sûrî olarak iki türlüdür. Manevî miraç ta ikidir : Biri kötü sıfatlardan iyilerine intikal, ikincisi masivadan (dış alemden) Allah’a dönüş ve yükseliş…

İlim: ilim ikidir: Veraset ve ledün ilimleri… Veraset ilmi çalışmakla elde edilen, ledün ilmi ise ilahî mevhibe olarak, emeksiz elde edilendir.

Alim ve arif: Bunlar başka başka şeylerdir. Mesela nahiv (gramer) ilmini bilene nahiv alimi denir, fakat nahiv arifi denilemez. Fakat arif, nahiv kaidelerini yerinde kullanırsa, o zaman sıfatını göstermiş ve nahvin arifi olduğunu belirtmiştir. Tevhid ilmi için de ayni şey… Tevhidi, şeriata uygun olarak, Allah’ın zatını, fiillerini ve sıfatlarını tecrit ve tenziye ile bildiren kimse, Tevhid alimidir. Fakat onu gönlünde duyan ve hem kendi ve hem de halkın zuhuratını Allah’a bağlayan ve onu mutlak fail bilen kimse ariftir.

Kader sırrı: Kader sırrını bilenler rahattadır. Zira her şeyi yoklukta görürler ve her şeyde zahir olanı Hak bilirler. O halde telaş ve ıstırap neye? Nehirlerin suyu, derya yolunu tutmaktan başka ne yapabilir?

Hace Ubeydullah Ahrar Hazretleri

REŞAHAT

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu