Bir tutam muhabbet

Bırakın Aşk Masum Kalsın

Ortam çarpık ilişkiler için öyle müsait ki.. Hem kadın, hem erkek için. Yazılı ve görsel medya da öylesine acımasız ve vurdumduymaz ki, toplumu önce tahrik eder, sonra haber toplamak için peşine düşer. Aşk adına, sevgi adına yaşanmış bütün sevgisizliklerden geçimini sağlar.

Bırakın Aşk Masum Kalsın

Aşk, suç ve günahla birlikte anılamaz. Cinayet işlemeyi, yuva yıkmayı gerektirmez. Çünkü aşk özünde masumdur ve kimse aşık olduğu için de suçlanamaz. Fakat aşkı bahane ederek işlenen suçların, günahların, aşk üzerinden geçinmenin de izahı yoktur.

Modern zamanlarda insana ait birçok değerin kaybolduğunu zannediyorduk. Meğer yanılmışız! Baksanıza, etrafımızda ne kadar çok seven, aşık olan varmış! Dergilerde, gazetelerde, televizyonlarda, her yerde sevgiden söz ediliyor. Ama ne sevgi!

Yolda kavgaya tutuşmuş bir genç çifte rastladım, birbirlerine hakaret ederken; “Ama aşkım, sen de şöyle şeyler yaptın!” diye bağırıyorlardı. Kavgalarını ciddiye alıp hiç üzülmedim, çünkü birbirlerine aşık görünüyorlardı!

Yalan, şov ve ticaret

Seçme aşk hikâyeleri, şiirler, aşka dair sözler bolca kitap olarak piyasaya sürülürken, tekstil sektörü de bu malzemeyi yerli yerince kullanıyor; “Seni Seviyorum”, “Aşkım”, “Canım Benim” gibi ifadeler battaniyeden köşe yastığına, havludan çamaşıra kadar pek çok eşyada bir motif, bir süsleme olarak yerini alıyor.

Gençler, belki yaşları gereği bu hususta oldukça hızlılar. Aşık katalogu, sevgili albümü oluşturmak genç kızlar arasında moda. Sonra kimin aşığı onun için en akıl almaz işleri, davranışları göze alıyor diyerek sevgili yarıştırmak, genç kız sohbetlerinin en bol ve ucuz malzemesini teşkil ediyor.

Delikanlılık raconunda ise durum daha farklı. Ekseriyetle duvarlara, banklara yazı yazma yöntemini kullanıyorlar. Okul civarlarındaki parklar bu işler için en uygun mekanlar. Duygularına saldırganlığın eşlik ettiği kolayca görülebiliyor. Erkekler daha ziyade gerilim hissederler, çünkü onların aşkı yaşayabilmeleri için maddiyat gerekir. Aradıkları “ucuz” aşkı bulma umuduyla sürüler halinde dolanıp dururlar.

Ergenlik çağlarını bu hususta bol deneyimli geçirmiş orta yaş kuşağının yeni tercihleri ise yasak aşklar doğrultusundadır. Evli, çoluk çocuk sahibi olsalar bile.. Evlilik aşkı öldürür derler. Ama bunun hemen ardından hayatın özü aşktır, aşksız yaşanmaz diyerek evde ölmüş olan aşkı yasak bir ilişkide filizlendirmeyi marifet addederler.

Ortam çarpık ilişkiler için öyle müsait ki.. Hem kadın, hem erkek için. Yazılı ve görsel medya da öylesine acımasız ve vurdumduymaz ki, toplumu önce tahrik eder, sonra haber toplamak için peşine düşer. Aşk adına, sevgi adına yaşanmış bütün sevgisizliklerden geçimini sağlar.

Ancak ve ancak manevi değerlere bağlı güçlü iradeler böyle tuzaklardan uzak durmayı başarabilirler.

Buraya kadar yazılanlar arasına “aşk” sözcüğünü serpiştirirken, aşkın özüne karşı bir suç işlendiğinin farkındayız. Tüm bunlar aşkla ilgili olamazlar. Suçların-günahların aşk yüzünden işlenmesi hiç inandırıcı değil.

Cinayet aşkı

On beşinde bir genç kız, her gün buluşabildiği, istediği zaman görüşebildiği, sürekli mesajlaşabildiği halde sevgilisine; “Seninle kavuşmama engel oluyorlar, gel benim ailemi katlet!” diyorsa burada bir tutarsızlık yok mu? Böyle bir cinayeti gözünü kırpmadan işleyebilen bir gencin haleti ruhiyesini de iyi analiz etmek gerekir. Gençler sevgisiz yetiştiriliyor gibi ‘ithal’ bir psikolojik açıklamayla aileleri zan altında bırakarak sorunun üzerini örtmek, bilimin acizliğinden başka bir anlama gelemez.

Samimiyetle inanıyorum ki her iki aile de evlatlarını can-ı gönülden seviyorlardı, ana-babadan biri sevmese de diğeri mutlaka seviyordu. Nitekim genç kız sevgilisine diyor ki; “Annemi ben öldüremem onu sen öldür!” Bu söz bence çok manidar, çünkü anne ile kız arasında duygusal bir bağ mevcuttu ve kız annesine kıymayı göze alamamıştı! Seven hiç sevdiğine kıyabilir mi? Böyle olaylara tanık olunduğunda insan; “Allah muhafaza, evlad-ı iyalimiz ya günün birinde aşık olursa!” diye endişeye kapılıyor.

Manevi kaynakları kurutulmuş bir neslin dramına şahit olmaktayız. Dehşetin, şiddetin, sevgi ile nasıl bir bağı bulunabilir? Ahlâk ve vicdan gelişiminde büyük bir eksiklik var.

Özellikle gençler patlamaya hazır bomba gibiler. Onlar bize, topluma çok kızıyor. Onun içindir ki gıcır gıcır okul sıralarını üç-beş günde kazıyarak delik deşik ediyorlar. Park lambalarını nişan tahtası olarak kullanıyorlar. Herkesin göreceği yerlere yüz kızartıcı yazılar yazıyorlar. Gürültülü müzikleriyle çılgınca araba sürerek birilerine meydan okuyorlar. Beğenmediğimiz şekilde giyinip sinir bozucu konuşmalar yapıyorlar.

Hani küçük çocuklar annelerinin kendileriyle ilgilenmelerini istediğinde genellikle onların tepki göstereceği davranışlarda bulunurlar ya, işte gençliğin de hali bu. Her hal ve hareketleriyle kendilerine ilgi gösterilmesini bekliyorlar. Ama önlerine yeni sınavlar konularak, otuz yaşına kadar okullarda süründürülerek değil!

Yabancı aşı tutmuyor

Aslında gençlik sanıldığından daha zor durumda. Onlar ailelerinin verdiği veya vermek istediği değerler ile dış dünya dediğimiz ortam arasında sıkışmış durumdalar. Üstelik pek çok aile de kendi ayakları üzerinde durmakta güçlük çekiyor.

Günün birinde dindar sayılabilecek bir anne, kızını psikolojik danışmaya getirmişti. Filiz gibi güzel, hanım hanımcık ve iyi bir üniversite bitirmiş genç kızımızın sorunu evleneceği kişinin kim olacağına karar verememesiydi. Daha doğrusu görücü usulü ile evlenmek istemiyordu, çünkü arkadaş çevresi bunu gerektiriyordu. Kendisi arkadaşlık ederek, evleneceği kişiyi tanımak istiyor, ancak çıktığı kişiler ondan evlilik öncesi olmaması gereken türden tavizlerde bulunmasını bekliyorlardı. Genç kızın vicdanı buna izin vermediğinde soğukluk ve samimiyetsizlikle itham edilerek terk ediliyordu. Biriyle evlenmeye karar verdiğinde de, düğüne bir hafta kala damat adayı genç kızın en yakın arkadaşıyla birlikte ortadan kaybolmuştu.

Sular bulanık… Toplumca, ailemizin geleceği soru işaretleriyle dolu. Eğitim ve terbiye sistemimize Batı’dan adapte edilmeye çalışılan aykırı değerler işleri daha da karmaşık hale sokuyor. Bir kasabada yeni moda olan bir salon düğününde iki genç kız erkek arkadaşları veya kavalyeleri olmadığı için kız kıza dans etmişlerdi. Sonra bazı arkadaşları onlarla o kadar alay etmişlerdi ki, bu genç kızlar da erkek arkadaşa izin vermeyen aileleri ile büyük çatışmalar yaşadılar.

Neredeyse flört etmeyenin cinsiyetinde bir kusur aranacak! Biz kendi penceremizden bakarken doğrularımızdan eminiz ama onlar bocalıyorlar. Hoşgörü kavramına sığınmadan, bu kavramımızı da tıpkı aşk gibi yozlaştırmadan bir kez daha çocuklarımızın ilişkilerini, aşklarını mercek altına almamız gerekiyor.

Elbette herkes gençliğinde neler yaşadığını göz önünde bulundurmalı, fakat bu durum evlatlarımızı tabiri caizse ipsiz bırakmamızı gerektirmez. Çocuklarımızı sevmek, onların tüm davranışlarını onaylamak veya hiç ilgilenmemek değildir.

Aileler işin içinden çıkamayınca okulların rehber öğretmenlerinden medet umuyorlar, onlar da “Aileler yanlış yaparsa biz nasıl düzeltelim!” diyorlar.

Biliyorsunuz ki gençlik psikolojisinde gencin arkadaşları tarafından kabulü çok önem taşır. Onların kimlerle arkadaşlık ettiklerinden mutlaka haberdar olun. Aşık olduklarında onlar sizinle bunu paylaşabilsinler, bazen hislerin de şekillendirilmesi gerekir. Onların atıl enerjilerini sağlıklı sahalara yönlendirecek zemin oluşturun.

Eyvah demeden önce

İşinizi gücünüzü bırakıp lütfen çocuklarınızla ilgilenin. Mesela duyuyorum, çocukları parka, sokağa bırakıp hizmete sohbete giden anneler oluyormuş! Bana gönül koymasınlar; bu şartlarda yapılan hizmetin kimseye faydası olmaz. Kendinizi avutmak için, onların sorumluluğundan kaçmak için, bunları bahane etmeyin.

Peki okullarda neler oluyor? İnanılması güç ama birinci sınıf öğrencileri teneffüslerde aşk ve sevgili konuşuyorlar. Çocukların bunda hiç suçu yok. Eskiden hep yabancı dizileri suçlardık, ama şimdi yerli ve çocuk dizileri bu mevzuyu o kadar körüklüyorlar ki, sevgilisi olmayan ufaklıklar eksiklik kompleksine kapılıyor.

Maalesef eğitimcilerimiz de bu konuda oldukça duyarsızlar. RTÜK ya da ilgili resmi makam her kimse, o da bir şey yapmıyor. Çocukluk on altı yaşa kadardır ve çocuklukta yaşananlar onların psikolojisini ve fizyolojisini tahminlerin daha da üzerinde etkilemektedir. Güya aşkı konu alan cinsel içeriği bol programların çocuklar üzerinde erken olgunlaştırıcı etkisi olduğu bilimsel olarak doğrulanmaktadır. Bunun içindir ki şehirlerde büluğa erme yaşı gittikçe küçülmektedir.

Medya ve özellikle televizyon başrolü oynamakla birlikte vakıanın yegâne sorumlusu değiller. Modacılardan, duyarsız eğitimcilerden, yabancı literatür okumaktan kendi kültürüne yabancılaşan bilim adamlarından, nefse göre fetva veren din adamlarından başlayın da, daha birçok kesimin vebali ve sorumluluğu var.

İnsanın aklına şu geliyor: Belki kötülük tükete tükete bir gün kendini bitirir, gençler noktayı koyar, yeter artık derler. Yok sizi evlendireceğiz, yok şöhret yapacağız, yok zengin edeceğiz diyen ve adeta insanlıkla alay eden müesseseler lale devirlerini bitirirler. Sonunun uçurum olduğunu ve birçok arkadaşının bu uçuruma yuvarlandığına şahit olan gençlik artık bu yemleri yutmaz.

İnsanlar sevmeye de sevilmeye de layıklar. Zaten kainatın özü sevgi ve muhabbet değil midir? Sevgi, aşk, içinde hüzün olsa bile kutsaldır, bir ilâhi tecellidir. Gönüllere böyle bir mücevher kırıntısı düştüğünde bizi gerçek sevgiliye götürecek yolda şeytanî tuzaklara düşmemek için dikkatli olmak, gençlerin de elinden tutmak gerekir.

Aşkı cinayetle hıyanetle birlikte zikredip gerçeği gizleyenlere, zümre-i zinayı sevgi yumakları olarak tanıtanlara kalpler buğz etmeli; gençlere destek vermek adına buğz edilmeli.

Kirli ellerini çeksinler artık. Sevgiyi ticaretlerine malzeme yapmasınlar. Çünkü ona kendilerinin de ihtiyacı olacak…

Ayşe İZCİ

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu