Gavs-ı Kasrevi Sohbetleri
Çok Okunuyor

Allah’ın Sohbeti

Hakiki dostluk ve hakiki düşmanlık ahirette meydana çıkar, dünyada pek az bilinir. Esas iyilik ve kötülük ahirette meydana çıkar, bu dünyada iyilik kötülük pek belli olmaz.

Allah’ın Sohbeti

Geçmiş zamanda fakir, dünya malı olarak bir şeye malik olmayan bir papaz vardı. (Bu şeyhler ne yapıyorlar? Halkı kandırıp zengin oluyorlar. Ben de kimsenin tanımayacağı uzak bir memlekete gideyim. Kendimi şeyh olarak tanıtayım. Böylece zengin olurum) diye düşünüyor. Hemen tasavvuf kitaplarını temin ediyor. Tarikat adablarını okuyor.

Nasıl hatme yapılır, nasıl teveccüh yapılır, hepsini öğreniyor. Adab ve talimatları ezberliyor. Ve kalkıp kendinin tanınmayacağı bir memlekete gidip kendini şeyh olarak tanıtarak tarikat vermeye başlıyor. Hatme, teveccuh, talim ve adab derken etrafına çok kalabalık birikiyor.

Kendisine muhabbet ve bağlılığı çok fazla olan bir dükkan sahibi tüccar varmış. Papaz da onun sık sık ziyaretine gidermiş. Bu tüccar verilen vazifeleri yapıyor, samimi olarak çalışıyor ve nihayet keşfi açılıyor. Bir gün virdini çekmiş, rabıtadayken, hele bir bakayım şeyhimin Allah yanında mertebesi ne kadar yücedir, diye Levhi Mahfuza nazar ediyor bir de ne görsün?

İlgili Makaleler

Bunca zaman hizmet ettiği şeyhi orada Müslüman değil, keşiş olarak yazılır. Derhal şeyhine karşı kalbi soğuyor. Muhabbeti kesiliyor. Hergün kendisine uğrayan hürmet ve saygı gösteren şeyhi o günden sonraki ziyaretlerinde bakar ki tüccar hiç hürmet göstermiyor, adabı falan terk etmiş. Dayanamaz :

-“Banı karşı soğuk davranıyorsun, muhabbetin kalmamış, bunun sebebi nedir?” diye ısrar eder. Tüccar evvela söylemek istemez, fakat ısrar karşısında hakikati söyler

-“Benim dinimde kafire hürmet yoktur. Allah’ın inayetiyle keşfim, kerametim açıldı, Levhi Mahfuza şeyhimin makamına bakayım, dedim. Baktım, seni orada papaz olarak gördüm. Kafire hürmet caiz olmadığı için sana hizmet etmiyorum.” Papaz donup kalıyor.

“Burada benim papaz olduğumu bilen hiç kimse yok. Bunu bildiğine göre senin keşfin haktır. Müslümanlık da hak dindir” diyerek Kelime-i Şehadet getirip Müslüman oluyor. “Ben zannediyordum ki şeyhler bu dünya malı için şeyhlik yapıyorlar, milleti kandırıyorlar. Onun için ben de şeyhlik yaparım, diye düşündüm. Tarikat adabını öğrenip kendime şeyhlik tasarlamakla bu işin olacağını zannediyordum.

Halbuki bu işte hakikat vardır ve İslamiyet hak dindir. Tarikat-ı Nakşibendiye de hak ve müstakim bir yoldur” deyip İslamiyeti kabul ediyor.

Nakşibendi Tarikatı hakiki bir tarikattır. Bundan istifade edip gayeye ulaşmak da ancak tarikata uymayan şeylerden kaçınmak, tarikatın yolundan gitmek ve Allah’a ulaşmayı hedef edinmekle mümkündür. Bu da ancak manevi kuvvetle, sadatın himmeti, ve nazarlarıyla olur. Amelinin kuvvetiyle hedefe kimse ulaşamaz.

Daha henüz tarikata girmeden bile insanda değişmeler olmaya başlar. Allah muhabbeti hasıl olur. Rabbü’l-alemin Hazretleri’nin sevgisi kalplere dolmaya başlar. Kalpler dünyadan koparak, Allah’a, Allah yoluna yönelir. Fakat ne zaman ki tarikata girilirse bu haller o zaman daha da pekişir, kuvvetlenir.

Bütün bu değişmeler sohbet kuvvetiyle, zahiri kuvvetle değil, ancak ve ancak manevi kuvvetle, sadatın himmeti ve Nakşibendi Tarikatı’nın bereketiyle meydana gelir.

İnsan hakiki olarak tarikata girdikten, hakiki olarak tövbe edip pişman olduktan sonra, derhal dünya muhabbetinin kesildiğini, eski tamah, buğz ve düşmanlık hallerinin kalmadığını, eski fiil ve hareketlerinin terk edildiğini görür, anlar. Bütün arkadaşlarının değiştiğini fark eder. Tövbe edip tarikata giren o kimsenin huyu değişir; halim olur, sabır ehli olur, kendisinden hakiki muhabbet zuhuru gelir.

Allah’a kulluk, taat tatlı olmaya başlar. İşte bütün bu değişmeler ancak manevi kuvvetle olabilir, zahiri kuvvetle değil. Çok güzel vaaz ve nasihat edip sohbette bulunan çok kimseler vardır ki, topluluklara hitap ederler. Herkes onları dinler. Fakat hiçbir te’sir icra edemezler. Cemaat dağıldıktan sonra sanki hiç o vaaz ve nasihatı dinlememişler gibi cemaatle değişme olmaz.

Eğer zahiri kuvvetle irşad işi olsaydı, cemaatin çok değişmesi icap ederdi. İşte bunlar gösteriyor ki, Nakşibendi’lerdeki değişmeler, düzelmeler bir manevi tasarrufun neticesidir. Zahiri tasarrufla değildir.

Gavs (K.S.A) buyurdu. Gavs-ı Hizani’den bahs ederek, “Onun sohbetleri yok denecek kadar azdı, çok ender sohbet ederdi. Fakat manevi tasarrufun çokluğundan cemaatinin hemen hepsi Allah aşkı, cezbe ve muhabbet içinde bulunurlardı. Zahiri tasarrufla olsaydı bunların olmaması icap ederdi. Demek ki manevi tasarrufla olmaktadır.

İnsanın Allah’a, bu Nakşibendi Tarikatı’nı nasip ettiği için, insanı vasıta kıldığı için çok hamd ve şükür etmesi lazım gelir. İnsan gerçekleri ancak bu Tarikata girdikten sonra görebiliyor. Nakşibendi Tarikatı’nda olanlar, özellikle tarikatta olmayanlara baktığı zaman, onların bu helaldir, şu helal değil, diye tefrik etmeden önlerine ne gelirse, hoşlarına ne giderse, almakta ve yapmakta olduklarını görüp şeriat ve tarikattan, onların emirlerinden haberlerinin hiç olmadığını müşahede ediyor.

Fakat insan tarikata girdikten sonra bunlardan uzaklaştığını görüp hissettiği için Allah’a çok şükür ve hamd etmesi lazımdır. Çünkü Cenab-ı Hak bu tarikatı aliyi kendisine nasip edip kurtuluşuna sebep kılmıştır.

İnsanın tarikatın kıymetini bilip verilen vazifelere devam etmesi, atalet göstermemesi lazımdır ki Allah-u Teala vermiş olduğu nimetleri geri almasın. Rabbü’l-alemin verdiği nimetin kıymetini bilmeyenlerin elinden alır. Nasıl ki Allah-u Teala bir yerden insana rızkını verdi mi, ona riayet edip o işe sarılması lazımdır ki işini kaybetmesin, Rabbü’l-alemin onun rızkını kesmesin.

İşte Allah yolu da aynen böyledir. İnsan bir yerden bir menfaat görürse ona devam etmesi lazımdır ki Allah-u Teala elinden almasın. Buna göre kişi Müslümanlığını ziyadeleştirmesi, günahlardan kendini daha çok muhafaza etmesi, Allah emrine karşı gelmekten kendini daha koruması, Allah’ın vermiş olduğu nimetleri unutmaması, amellerinde gevşeklik yapmayıp bilakis onu günden güne ziyadeleştirmesi icap eder.

Muhabbetin artması için ne lazımsa onu yapmak, tembellik etmemek gerekir. İnsanın Müslüman kardeşlerini kaybetmemesi ve Allah bahsi, sadatın sohbeti yapıldığı yerlerde dolaşması lazımdır.

Bir gün Gavs (K.S.A) sohbetinde buyurdu : “Bir yerde bir cemaat oldu mu hemen melaike oraya gelir, bakarlar. Şayet Allah bahsi yapılıyorsa onlar dualarda bulunurlar. Yok eğer Allah bahsi yapılmıyorsa o cemaatten nefret ederek, (Eğer siz Allah’a kul olsaydınız, O’nun bahsini yapardınız. Eğer siz Allah aşığı olsaydınız maşukunuzu anardınız) der ve oradan uzaklaşırlar.”

Bu gerçeklerin ışığında artık insanın Allah (C.C) bahsi yapılan yerlere gitmesi, Allah’ın anılmadığı yerlerden de uzaklaşması lazımdır ki meleklerin nefreti üzerlerinde olmasın. İnsanın, Allah’ın rahmetinden ve meleklerin duasından istifade etmesi için Allah’ın anıldığı yerleri dolaşması, onlara devam etmesi lazımdır.

Bir seferinde Gavs (K.S.A) sohbetlerinde buyurdular ki : Hazret sohbet aşığıydı. Her zaman sohbet ederdi. Sohbet edecek kimseyi bulamayınca beş – altı yaşlarındaki çocukları toplar, dizlerinin üzerine oturtarak onlara Allah’ın sadatın sohbetini yapardı. Hanımı kendisinden bir seferinde sormuş. “Kurban demiş, insan senin için taaccüp ediyor.

Üç yaşındaki altı yaşındaki çocuk bu sohbetlerden ne anlıyor ki onları etrafına topluyorsun.” Hazret, cevaben : “Ben de biliyorum bir şey anlamazlar ama benim gayem sohbet edip nazil olan Allah’ın rahmetinden, bereketinden ve sadatın himmetinden istifade etmektir. Zaten, sohbetteki gaye sohbet sırasındaki Allah ve sadat anıldığı zaman nazil olan İlahi rahmetten, İlahi bereketten, sadatın himmet ve nazarlarından istifade etmektir. Menfaat sohbetin kendisinde değildir” dedi.

Bu Nakşibendi yolunda olanların tamamı Maksud-i Bizzat içindir. Peygamber (A.S.V) şeriatı içindir. Nakşibendi Tarikatı’nda ve diğer tarikatlarda tek gaye, Allah ve Resûl’ünün sözünden çıkmamak, Peygamber’in (S.A.V) şeriatine tam ittiba ederek Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Şu husus bilinmelidir ki, maksud tarikat değil, maksud Allah’ın  Zatı, Allah’ın dostluğudur. Bütün düşünce Allah ve Resûl’ünün emirlerine uyarak maksudunu Allah’ın Zatı yapmaktır. Bu da ancak Allah’ın emirlerine uymakla olur. Allah’ın emirlerinden asla çıkmamaya gayret edilmelidir. Çünkü tek gaye, maksud odur.

Bunların elde etmenin tek yolu kendini çok muhafaza ederek Allah’ın emrine muhalefette bulunmamak, kendinden günah sudur etmemesine dikkat etmektir. İnsanın Allah yolundan, hakikat yolundan çıkmaması lazımdır. İşte bunlara titizlikle riayet edilirse Allah rızası o zaman meydana gelir. Rabbü’l-alemin o zaman insandan razı olur. Allah rızası elde edilince insanın bütün işleri hallolmuş olur.

Bütün gayeler, tarikat ve diğer çalışmalardaki bütün gayeler yalnız ve yalnız Allah rızası içindir. Maksudi Bizzat içindir. Maksud Allah’ın (C.C) Zatı ve talep onun rızasıdır.

Allah rızası, ancak emirlerine tam itaat etmekle, muhalefet etmemekle, nasıl emretmişse harfiyen tatbik etmekle kazanılır. Ve o kazanıldıktan sonra insanda hiçbir noksanlık kalmaz. Nasıl kalır ki Allah (C.C) ona dost, o da Allah’a (C.C) dost olmuş olur.

Şu bilinmelidir ki Allah-u Teala’nın insanın ibadetine, taatına asla ihtiyacı yoktur Haşa) Rabbü’l-alemin onlarla ne büyük, ne de küçük olur. Yapılan bütün amellerde tek maksud Allah’ın rızasıdır. Allah’ın rızası da emirlerine mutlak bir itaat ve sözlerinden dışarıya çıkmamakla olur. Namazdaki, taatteki ibadetteki, maksud, gaye, menfaat Allah rızasını kazanmak içindir. Bunlar Allah rızası ve Allah dostluğu içindir.

Allah’ın emirlerine muhalefetten azami derecede kaçınılmalıdır. Unutulmamalı ki Allah’ın namaz, oruç ve diğer ibadetlere hiç ihtiyacı yoktur. Sadece emirlerine itaat için yapılmalıdır. Yasaklarından da, menetmiş olduğu için kaçınılmalıdır. Böylece emretmiş olduklarını yapıp yasaklarından kaçınılmakla Rıza-i İlahi kazanılmış olur. Bütün gaye bunda, rızada toplanıyor. Çünkü maksud Allah’ın Zatı ve O’nun insandan razı olmasıdır.

Mesela, insanın birkaç tane oğlu olsa, bunlardan emrine itaat edenini, sözünden çıkmayanını muhakkak ki daha çok sever. Ondan daha çok memnun olur. Diğerleri de evlatları, ciğerleri oldukları halde emirlerine muhalefet ettikleri için babaları onları sevmez. Onlardan memnun olmaz.

Emrine uyan oğluna daha fazla muhabette bulunur,ondan daha hoşnut olur, ne kadar iyi şeyler varsa o emrinde olan oğlu için düşünür. Emrinde olmayan evlatları için ciğerleri olduğu halde, iyi şeyler düşünmez. İcabında onları malından bile mahrum eder. İşte Allah yolunda da durum böyledir.

İnsan Allah rızası için çalışıp onu gözetmeli, bütün gaye Allah rızasını tahsil olmalıdır. Eğer Allah insandan razı olursa insana dünyayı da, ahireti de nasip eder. Ne kadar iyi şeyler varsa, cennet dahil hepsini ona ihsan eder. Maksud dünya menfaati değil, ahirettir, Allah sevgisidir. Allah (C.C) insanı severse karşılığını daha ziyade ahirette verir.

Dünya malı vermiş veya vermemiş hiç mühim değildir. Allah rızasının karşılığı ahiret mükafatıdır. Eğer Allah rızasını tahsil etmek nasip olursa, Rabbü’l-alemin onu ebedül ebed maksuduna erdirir, ebedi saadet ihsan eder. Ve nihayet ebedi olarak Cemalullaha kavuşturur.

Hakiki dostluk ve hakiki düşmanlık ahirette meydana çıkar, dünyada pek az bilinir. Esas iyilik ve kötülük ahirette meydana çıkar, bu dünyada iyilik kötülük pek belli olmaz. Onun için insanın muhabbeti dünyaya, dünya nimetlerine olmamalıdır.

Eğer sevgisi Allah’a değilse ve kendisi de doğru yolda bulunmuyorsa, dünya muhabbeti onu kurtaramaz. Dünya kötülüklerine karşı insanın tedbir alması lazımdır. Gerçi takdir Allah’ındır ama insanın da tedbiri elden bırakmaması icap eder. Allah’ın takdiri değişmeyeceği halde insan dünya hayatı için, rızkı için her türlü tedbiri alıyor, ahiret için de elinden gelen tedbiri alması, Allah rızasını kazanmak için ameli salihe devam etmesi lazımdır.

Eğer insana bazı şeyler keşif ve rüya yoluyla beyan olunursa ve kendisi de buna göre hareket ederse indallahta mes’ul değildir.

Peygamber (S.A.V) buyuruyor: (Günahlardan tövbe eden günah işlememiş gibidir)

Allah’ın tövbe dergahı her daim açıktır. Sadatın himmetleri de çoktur. Şimdi de Gavs’ın himmeti çoktur.

Gavs-ı Kasrevi Abdulhakim El Hüseyni
Allah’ın Sohbeti

Himmet | Vird Ne Demektir? | Seyda Hazretlerinin Bir Kerameti

SOSYAL MEDYADA BİZİ TAKİP EDİN

Facebook | Twitter | Pinterest | Instagram | Youtube | SoundCloud

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu