Nefsin MertebeleriSemerkand Dergisi

Nefs

"Nefs, bedende geçici olarak yerleştirilmiş bir latîfe (manevi cevher) olup kötü huyların mahallidir."

Nefs

İnsan dediğimizde aklımıza bedenin yanı sıra manevi tarafı, yani ruh ve nefs de gelir. Çünkü insan bunların terkibinden ibarettir. Bedenimiz cisim olması sebebiyle maddi yanımızı, ruhumuz ise ilâhî olması sebebiyle manevi yanımızı ifade eder. Bedenin varlığını sürdürmesi ancak nefs ile mümkündür.

Sözlükte “nefs” bir şeyin özü, kendisi, varlığı ve can anlamlarına gelir. İnsanın içindeki manevi bir güç olup arzu, şehvet, gazap ve her türlü süflî arzuların kaynağıdır, insanın hareket ve tavırlarının arkasında nefs vardır. Bu sebeple sûfiler nefsin bilinmesi gerektiğini vurgulamışlar ve “marifet-i nefs” kavramını ortaya koymuşlardır. Yani kişinin kendini (nefsini) bilmesi..

İmam Kuşeyri k.s. hazretleri nefsi şöyle açıklar: “Nefs, bedende geçici olarak yerleştirilmiş bir latîfe (manevi cevher) olup kötü huyların mahallidir. Tıpkı beden kalıbına yerleştirilen ve güzel huyların mahalli olan ruh gibi.”
Kur’an-ı Kerim’de Allah Tealâ “Nefsini arındırıp temizleyen kurtuldu. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğradı.”(Şems 9-10) buyurarak, nefsin terbiye edilmesini ve aşırı isteklerine karşı uyanık olmayı ihtar eder. Bu ayetlerin tefsirinde İbn Acibe el-Haseni k.s. hazretleri şöyle der: “Nefsini iman ve taatle temizleyip ıslah eden kimse arzuladığı bütün güzellikleri elde etti, korktuğu bütün sıkıntılardan da kurtuldu.”

İlgili Makaleler

İmam Kuşeyri k.s. ise söz konusu ayetleri şöyle tefsir eder: “Nefsini günah ve ayıplardan, yaptığı iyiliklere bir karşılık beklemekten temizleyen, ayrıca ilâhî taksime itiraz ve haramdan uzaklaştıran kurtuldu. Nefsine hakim olmayan, kontrolünü elinde tutmayan ve onu günahlarla kirleten kimse ise zarar etti.”

İnsan nefsin temel talepleri sayesinde hayatını sürdürür. Bu durum gayet tabiidir; asıl mesele nefsin sınır tanımazlığı karşısında insanın nasıl davranacağıdır. Çünkü yukarıda geçen ayetten de anlaşılacağı üzere nefsin yanlış ve aşırı isteklerine kendini teslim eden kişi ruhunu bedenine teslim etmiş, bu sebeple hevasını ilah edinmiş demektir. Allah Tealâ “Gördün mü o hevasını (nefsanî arzularını) kendine ilah edineni?” (Furkan 43) buyurarak nefsin arzularının meşru sınırlarda tutulması gerektiğini, aksi halde insanın kendi nefsinin kulu durumuna düşeceğini haber verir.
Sınırsız ve aşırı istekler insanı günaha sürükler. Günah ise Allah Tealâ’dan uzaklaştırır. İnsan meşru dairede nefsinin isteklerini karşılayabilir. Mesela evlenerek zinadan korunabilir. Helal yiyecekler de keyfe kâfidir. Dedikodu, yalan ve iftiraya girmeden de meselelerini kolaylıkla çözebilir. Fakat bunun için nefsin terbiye edilmesi ve bu sayede tam bir teslimiyetle yaşanması gerekir.

İslâm, teslim olmak demektir. Teslimiyet ise emir ve yasaklara itaat etmeyi gerektirir. Allah Tealâ ve Rasulü s.a.v. neyi emrediyorsa ona uyulmalıdır. Teslimiyetin özünde kişinin nefsi ile mücadelesi gizlidir. Nefsin isteklerine karşı çıkıldığında direnir. Çünkü beden ülkesinde hükümranlığını yitirmek istemez. Bu sebeple insanı istek bombardımanına tutar. Bu saldırıya karşı Allah ve Rasulü s.a.v.’in ölçülerine tâbi olan, dua ile yardım isteyen kimse zamanla nefsinin gücünün azaldığını hisseder. Nefs bu sayede terbiye olmaya, aşırı isteklerin gereksiz olduğunun farkına varıp günahlardan uzaklaşmaya başlar. İşte buna “nefs terbiyesi” denir.

Nefs terbiyesi son derece önemli olduğu için kişinin kâmil bir mürşide gitmesi ve onun verdiği reçeteleri uygulaması tavsiye edilir. Ayrıca dünya ehli yerine ahiret ehli insanlarla bir arada olmak, başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere imanın tadını hissettiren kitaplar okumak, sohbetler dinlemek önemlidir. Nefsin hileleri çoktur, yardım ve destek olmadan terbiyesi zordur.

Peygamber Efendimiz s.a.v. nefs terbiyesi ile ilgili olarak şöyle buyurur: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olup onu hesaba çekerek ölümden sonraki hayat için çalışandır. Aciz kimse ise nefsinin hevasına tâbi olduğu halde Allah’tan (hayır) umandır.” (Tirmizî, Kıyamet 25)

İmam Gazalî k.s. hazretleri ise bu konuya ilişkin şöyle demiştir: “Nefs ruhun bineğidir. Eğer insan nefsin dizginlerini salıverir, onun gittiği istikamete kendisini bırakırsa helak olması kaçınılmazdır. Şayet nefsini öldürmeye çalışırsa, bu sefer de hakikat yolunda bineksiz kalır. O halde nefsinin dizginlerini elinde tut ve bineğinden faydalan.”

 

Tasavvuf ehli, bütün kötü huyların ve süflî arzuların kaynağı olan nefsin terbiye ve tezkiyesi/temizlenmesi ile yakından ilgilenmiş ve bu konuda taliplerine yol göstermişlerdir. Çünkü Efendimiz s.a.v. “Senin en büyük düşmanın iki yanındaki (çepeçevre kuşatan) nefsindir.”(Beyhaki) buyurur. O halde nefsin kötü isteklerine uymak hüsran, ona karşı gelmek ise kurtuluştur.

Zünnun-i Mısrî k.s. hazretleri nefs hakkında şöyle der: “Manevi perdelerin en kalını, nefsini (kendini, benliğini) görmen ve ona uymandır. Zira ona tâbi olmak Allah’ın rızasına muhalefet etmektir.”
Nefs ile mücadelenin ne çetin bir iş olduğunu Süfyân-ı Sevrî k.s. hazretleri de şöyle bildirir: “Nefsimden daha zor hiçbir şeyle mücadele etmedim. Bu mücadelemde üstün gelen bazen ben oldum, bazen de o…”

Nefsin nasıl terbiye edileceği sorulan Ebu’l-Abbas Seyyârî k.s. hazretleri şöyle cevap verir: “Emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınmak, sâlih kimselerle bulunmak ve yoksul kimselere hizmet etmek gibi durumlarda sebat göstermekle mümkündür.”

CİHAT CEYLAN
Semerkand Dergisi

Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu