Doktor Ahmet Çağıl
Çok Okunuyor

Teslimiyet

Orada nefis Allah'ın nazarına mazhar olur. Sıfatı değişir. Böylece nefis, "nefs-i mutmainne" makamına ulaşır. Artık iyi ve güzel işleri emretmeye başlar. İşte bu sebeple zikir şarttır.

Teslimiyet

Bir mürşide bağlanmalı ama nasıl?

İnsan, mürşidinden sevdiği ölçüde istifade edebilir. Mürşid doktora, sofi de hastaya benzer. Sofide, “Beni bu doktor iyi edebilir” îtîkadı yerleşmiş olacak ki istifade edebilsin. Hasta doktorun verdiği ilaçları kullanacak; mürşidine tâbi olup bağlanınca rabıtayı, virdi ve hatmeyi ihmal etmeyecek ki tedavi edilebilsin.

Farzlar ise aslî görevlerdendir. Günaha girmemek zaten en temel işimizdir. İnsanlığımız gereği, günaha girersek eğer hemen tövbe edilecek ki, yapılan tetkikler boşa gitmesin. Onun için küçük günah bile işlense tövbe edilmelidir. Çünkü günah insanı Allah’tan uzaklaştırır. Mürşid-i kâmil, Allah’a yakınlaşmak için bir nimettir.

Kalp Allah’a teslim olursa

Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin halifelerinden biri Ca-fer-i Huldî hazretleridir. Bu zatın müridlerinden biri bir defasında yanına gelmiş, yanında epeyce kalmış. Derken akşam olmuş. Mürid müsaade alıp evine gitmek istemiş. İzin istemiş. Cafer-i Huldî hazretleri de izin vermek istememiş. Müridi ise ısrar etmiş. Daha sonradan bu müridin anlattığına göre, meğer o akşam evde ziyafet varmış. Etler, tavuklar pişirilmiş, o da evine gidecekmiş. Çömleklerde fırında pişirilmiş etler…

İlgili Makaleler

Ancak Cafer-i Huldî hazretlerinin kalbine malum olmuş ki, bu müridi biraz daha yanında kalsa ve sohbet etseler daha iyi olacak… Malum; o dönem mürşid-i kâmilleri mü-ridlerini daha ziyade riyazet, zühd ile terbiye ediyorlardı.
(Cafer-i Huldi hazretleri (v. 348/959), ilk dönern zahid sofilerinden olan Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin (v. 297/909) sohbetlerinde yetişmiş kâmil velilerdendir.)

İşte mübarek Cafer-i Huldi hazretleri onun için,
– Bu gece gitme, kal, diyor.
Ancak müridi çok ısrar ediyor. Nihayet izin alıyor ve evine gidiyor. Tabii ki evde bütün hazırlıklar yapılmış. Servisler yapılırken, hizmetçi etlerle içeri gireceği sırada çömlek elinden düşüyor. Kızartılmış etler sağa sola dağılıyor. Derken evin köpeği yere düşen büyük parçayı da alıp gidiyor. Ve bütün hevesleri yarım kalıyor.
Sonunda mürid düşünüyor; hiç olmazsa dergâha gideyim de mürşidim zaten gönül rızası ile izin vermemişti; onun gönlünü alayım, diyor.

Cafer-i Huldi hazretleri dergaha varıyor, müridi hiçbir şey söylemeden konuşurlarken bir ara şöyle diyor:
– İnsan, Allah’a dost olan bir kalbe hürmet etmezse, Allah Teâlâ tavuğu bile köpeğe yedirir!

Kardeşler!
Bütün bunlar eskiden olurmuş demeyin.
Bir defasında benim de başıma geldi: Ben bu yola ilk girdiğim zamanlardı. Yeni tövbe etmişim. Annem ve kayınvalidem o zamanlar hayattaydı. Çocukları da aldık, doğruca Menzil’e gittik. O zamanlar Gavs-ı Bilvanisi hazretleri, henüz Menzil’e yerleşmemişti.

O sırada Kozluk’ta Gadîr denilen köyde ikamet ediyordu. Seyda hazretleri de Menzil’deydi ve henüz ameline devam ediyordu, irşada başlamamıştı.

Seyda hazretleri, değirmende hizmet ediyordu. Değirmenin motorunu söküyor, takıyordu. Henüz gençti o vakit, aslan gibiydi mübarek. Onun hakkında Gavs-ı Bilvanisi hazretleri, “Muhammed Raşid bizim mühendisimizdir” derdi.
Derken Menzil’den ayrılmak üzere iken müsaade istemek için yanına vardım. Seyda hazretleri:

– “Doktor, gidiyor musun”, diye sordu. Biz de,
– “Kurban, gidiyoruz” dedim.
– “Gitmesen olmaz mı” dedi. Biraz daha kal!
– “Kurban, annemler ısrar ediyor, gidelim diyorlar” dedim.

Ben de haber gönderdim annemlere.. Annemler dedi ki:
– “Büyüklerimize yük oluyoruz, minnet altında kalıyoruz, onlar bizim için zahmete giriyorlar” dedi.
Ben de geldim, Seyda hazretlerine durumu anlatayım istedim. Ama kendisini görmek nasip olmadı. Neyse yola çıktık. Hava da biraz kapalıydı; akşamdan biraz yağış almıştı, yerlerde su birikintileri vardı o gün..

Allah sizi inandırsın, küçük göletlerden geçerken aracımız takıldı kaldı. Su ise insanın ayağını geçmeyecek kadardı. Aracımızı suyun içinden çıkartmak için saatlerce uğraştık. Küçük bir kaya parçası üzerine arabanın arka diferansiyeli takılıp kalmıştı. Vagon gibi, iki teker de boşta kaldı. Araba çalışıyor ancak gitmiyordu. Tekerler havada dönüp duruyordu.

Araçtan indik. Yapabileceğimiz bir şey de yoktu. Derken oradaki köylülerden iki üç kişi geldi, bize yardım ettiler. Vakit de akşam olmuştu. Yine de aracımızı çıkartamadık. Ardından köye haber gönderdik, oradan hayvan göndermişlerdi. Annemler hayvana bindiler, arabayı orada bıraktık. O gece köyde misafir kaldık.

Ertesi gün birkaç kişi ile geldik. Manivela gibi bir şey yaptık. Sanki dün o kadar uğraşan biz değildik. Araba takılıp kaldığı yerden kolayca çıkıverdi! Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi…

Kardeşler, işte kalp, Allah’a teslim olursa her iş o kalbe teslim oluyor. Biz söz dinlemedik. Ama zarar gördük. Bir gece daha kalsaydık Menzil’de ne olurdu? Ama insan bunu o an idrak edemiyor.

İşte mübarekler onun için teslimiyet üzerinde çok duruyorlar. Kalbin ıslah edilmesini de bu yüzden istiyorlar. Kalp teslim olursa yaptığı her ibadetten fayda görür. Onun için büyüklerimiz, bu hususta en iyi ilacın zikir olduğunu söylüyorlar. Çünkü Allah zikri, kalbi temizler. İçini kötü duygulardan arındırır. Zikrin nuru kalbi yakar. Orada kötü bir şey bırakmaz. İmam Gazali hazretlerinin dediği gibi:

Diğer ibadetler yorucu olduğu halde Allah’ı zikretmek çok daha kolaydır. Neden zikir daha faydalı oluyor dersen, bilmiş ol ki; devamlı ve kalp huzuruyla yapılan zikir insana fayda verir. Teslimiyeti artırır. Gafletle çekildiği zaman ise kalbe nur girmez. O zaman kalp, teslim olmakta zorlanır.

Nefis mürşide teslim olursa

Nefsin terbiyesi sadece ilimle olmaz. Bilimsel olarak bu işi bilmek yeterli değildir. Mümkün değildir demiyoruz; ama insan çok zorlanabilir, hele bu zamanda… Çok ibadet ehli olmak da kâfi değildir. İbadetlerin çokluğu da âbidleri terbiye etmeyebilir. Bu durum, nefsin ıslah olması ile alakalıdır.

Nefsin başı, başta, iki kaş arasındadır. Vücudu ise iki kemik arasında, kürek kemikleri arasında bulunur. Ayakları ise çoktur. İnsan vücudundaki letaifleri sarmıştır. Onun için organlarımızla amel yaptığımızda nefis pay alıyor. Ancak bir kâmil mürşid gözetiminde amel edilirse eğer, leta-ifler gerçek görevlerini üstlenir. Mürşid-i kâmilin nazarı nefsin gücünü azaltır.

Nefsi felç eden tek şey nazardır

Mürşid-i kâmilin nazarı ve terbiyesi sayesinde nefsin ayakları başta toplanır. Bu bazen hissedilir de Letaifler nefsin elinden kurtulmaya başlayınca kuvvetlenir. Artık nefsi dinlememeye başlar. Nefis letaiflere tâbi olur. Letaifler asıl memleketine, emir âlemine yükselirler. Nefis de onları takip eder.

Orada nefis Allah’ın nazarına mazhar olur. Sıfatı değişir. Böylece nefis, “nefs-i mutmainne” makamına ulaşır. Artık iyi ve güzel işleri emretmeye başlar. İşte bu sebeple zikir şarttır. Zikir ise bir mürşid-i kâmilin terbiyesi altında yapılır. Bir mürşid-i kâmile teslim olmayan insan, yaptığı işlerde yalnız başına kalır.

Zikir Allah’a olan sevgiyi artırır. Biz Allah’ı sevince Allah da bizi sever. Allah’ı sevmek ise insana ihlâsı kazandırır. İhlâs ibadetlerin özüdür, ruhudur. Ruhsuz ibadet olmaz. Bütün bunlar arasındaki dengeyi ise mürşid-i kâmil bilir. Bir mürşide teslim olan kimse bu işleri yaşayarak ve yaparak öğrenmeye başlar.

Doktor Ahmet ÇAĞIL
Yar ile şimdi
Nasihatler
Vird Ne Demektir?
Cezbe Nedir, Ne Demektir? (1)
Seyda Hazretlerinin Bir Kerameti
Gavs Hazretlerinin Seceresi

Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu