Tasavvuf Sohbetleri
Çok Okunuyor

Rızkı veren sadece Allah’dır

Ahiret hayatı dünya hayatından bağımsız değildir dedik. Çünkü orada bizi karşılayacak mükafatı veya cezayı dünya hayatımız belirliyor.

Rızkı veren sadece Allah’dır

Kainattaki mükemmel denge içinde, bütün canlıların rızkını Allahu Tealâ tayin ve tesbit etmiştir. Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, canlı-cansız her bir varlık birbiri için bu rızık dengesinin bir unsuru olarak yaratılmış. İnsanoğlu bu dengeyi bozup tahrip etmedikçe de bu sistem mükemmellik içinde devam etmekte.

Hiç şüphe yok, bütün varlıklar için böylesine mükemmel bir dengeyi yaratan Cenab-ı Allah, insanın rızkını da kıyamete kadar herkese yetecek miktarda yaratmıştır. Yani “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, Allah rızkını vermesin.” (Hud/6) ilâhî beyanının kapsamında insanoğlu da bulunmaktadır.

Bunun da ötesinde, Yüce Rabbimiz, kainatı bilinen ve bilinmeyen, görünen ve görünmeyen varlıklarla donatmış ve en mükemmel varlık olan insanoğlunun hizmetine sunmuştur.

İlgili Makaleler

Bu rızık hazinesi ilâhî takdirle belirlenmiştir; ne insanoğlunun çalışmasına bağlıdır, ne de artar veya eksilir. O, Razzak-ı Mutlak olan Allah’ın bir hazinesidir.

İnsanoğlunun bu hazineden nasibi, gayret ve çalışma esasına bağlanmıştır. “İnsana, uğrunda çaba gösterdiği dışında bir şey verilmeyecektir.” (Necm/39) ayet-i kerimesi, bu esası tartışma götürmeyecek şekilde açıklar.

Evet, dünyada ancak çalışan kazanır, çalışmasının mükafatını görür. Ayet-i kerimenin izah ettiği ilâhî kanuna direnircesine Allah’ın verdiği irade ve kabiliyetleri bu yolda kullanmayıp sonuç bekleyenler ise, boşa beklemiş olacaklardır. Bu hayatî prensip sadece dünya hayatının maddi rızıklarını kapsamaz. Ebedi hayatta erişilecek ilâhî rızıkları ve nimetleri de kapsar.

Bu açıda bakıldığında, yüce dinimizin insan hayatına getirdiği eşsiz denge ortaya çıkar: Hem dünya hayatı için çalışmak, hem de ahiretini kazanmaya çabalamak…

Aslında, dünya ve ahiret hayatını birbirinden bağımsız görmek mümkün değildir. Allah için yaşamaya niyet etmiş bir mümin, ölçüler dahilinde rızkını kazanmaya çalışırken, bir yandan da ahiretini kazanıyor demektir. Bu meyanda helal kazanç peşinde koşmanın uhrevî mükafatını müjdeleyen ayetler ve çok sayıda hadis-i şerifler mevcuttur.

Ahiret hayatı dünya hayatından bağımsız değildir dedik. Çünkü orada bizi karşılayacak mükafatı veya cezayı dünya hayatımız belirliyor.

Allah Rasulü A.S.’ın dile getirdiği meşhur ölçüyü hepimiz biliriz: “Sizin hayırlınız ahiretini dünyası için, dünyasını da ahiret için terk etmeyendir. Hayırlı mümin, dünyasına da ahiretine de çalışan, her ikisinden de nasibini alandır.”

Evet, olgun müminin gayret ve çabalarında gerçek ölçü ve denge budur. Hayatın tek gayesinin para kazanmak ve rahat yaşamak olarak algılandığı günümüz dünyasında, bu ölçü daha büyük bir önem taşıyor.

Bir müslüman, dünya hayatı için rızık peşinde koşarken ebedi hayatını karartmamak için, Rabbi’nin belirlediği sınırları muhakkak dikkate alır. Yani haram ve helal ölçüsüne azami riayet eder ve şüphelilerden uzak durmaya çalışır. Esasen olgun bir mümini hemen belli eden temel vasıflardan biri budur. Çünkü para ve mal için her yolu mübah gören anlayışın İslâm’la uzak-yakın hiç bir ilgisi bulunmaz.

Haram yollarla elde edilen veya bizzat kendisi haram olan para, erzak ve mal-mülk de sonuçta rızıktır. Bu tür rızıklar, yaratılma bakımından Allah’a isnad edilir. Fakat elde etme, yani kesb bakımından sorumluluk kula aittir. Cenab-ı Hakk’ın kesinlikle harama rızası yoktur. Haramda hiçbir hayır da yoktur. Bu yolla elde edilen refah, sahibini ancak ateşe götürür. Olgun mümin, böyle bir refaha asla özenmediği gibi, haram yiyenin büyük bir sorumluluk ve vebal altına girdiğini bilir.

Bir kimse Allah emrettiği için çalışır, rızkını helal yoldan ararsa, ezelde takdir edilen rızkına kavuşur. Dahası, bu rızık ona bereketli olur. Ayrıca, ilâhî sınırlara titizlik göstererek rızık peşinde koşan müminlere Allahu Tealâ hiç beklemedikleri kapılar açar ve rızıklarını ummadıkları yerden gönderir. Ya da helal daire içinde elinden gelen gayreti gösterdiği halde kısmetinde fakr u zaruret bulunan ve buna da güzelce sabredenleri, ebedi hayatlarında göz kamaştıran nimetlerle mükafatlandırır.

Mevlâna Hazretleri’nin dediği gibi, mahrumiyetler Allah’ın kuluyla bir irtibatı ve alış verişidir. Eğer O böyle bir irtibat murad etmeseydi insanoğlunun bütün ihtiyaçlarını giderir ve böylece ne Rabbi’ni, ne de başka hiç kimseyi hatırlayıp yakarmasına gerek kalmazdı.

Mümin için rızkın her türlüsü de Allah’la bir irtibat vesilesidir. Rızkı verenin Yüce Rabbi olduğunu bilir ve O’na şükreder. İşte bu durum insanlarla diğer canlılar arasındaki farkı ortaya koyar. Şükretmek insan olmanın gereği olduğu gibi, aynı zamanda bir borçtur. Allahu Tealâ buyuruyor ki:

Allah’ın size verdiği, helal rızıklardan yiyin. O’nun nimetlerine şükredin.” (Nahl/114)

Bana taatle şükredin, günah işleyerek nankörlük etmeyin.” (Bakara/152)

Cenab-ı Mevlâmız’ın, rızıklandırdığı kullarına diğer bir emri de tasadduk ve infaktır. Bu sebeple imkanı olanlar, farz ve vacip derecesinde mali ibadetlerle mükellef kılınmıştır. Ayrıca ihtiyaç sahiplerine yardımla malın eksilmeyeceğini Resulullah A.S. Efendimiz haber veriyor.

Bu konuda mümine yakışan bir diğer tutum da, rızık endişesine kapılarak haysiyet ve şerefini yitirmemektir. Zira Rezzak olan yalnızca Allahu Tealâ’dır. Allah kuluna rızkını verirken, onun çalışma ve gayretini ya da başka insanları sadece vesile kılar. Sonuçta rızkı verecek olan yine O’dur.

Burada şu noktaya dikkat etmek gerekir: Günümüzde insanlar, hayatı idame ettirmek için hiç de zaruri olmayan birçok unsuru mecburi gibi görmekteler. Dolayısıyla bunları elde etmek için bir mümine yakışmayacak yollara baş vurabiliyorlar.

Kitaplarımızda “tahsiniyat” olarak geçen ve hayatı daha kolay, daha rahat kılan imkanlara sahip olmak elbette güzel. Ancak, bu imkanlar islâmî prensiplerden tavizler vererek elde ediliyorsa, artık güzel olmaktan çıkmış ve çirkinleşmiş demektir.

Yiyecek-içecek gibi bir rızık türü olan ilim, aynı tahsili yapan iki ayrı kişide nasıl aynı seviyede olmuyorsa, zenginlik de böyledir. Birçok ayet-i kerime ile Cenab-ı Mevlâmız bize öğretiyor ki, insanların rızkını genişleten, daraltan, dilediği kadar veren O’dur. Asıl olan imtihandır. Ferasetli mümin, içinde bulunduğu halde nasıl bir imtihanla yüz yüze bulunduğunun farkındadır. Rabbi’nin rızasını arayan bir insan, elinden gelen vazifeyi yaptıktan sonra O’nun takdirine razı olmalıdır.

Yazımızın başında, Allahu Tealâ’nın kainatta kurduğu, bütün canlıları kuşatan mükemmel rızık dengesine değinmiştik. Ele geçirmek ve tüketmek için ilâhî ölçüler hiçe sayıldığında, bu dengenin nasıl tahrip olduğunu günümüzde yaşanan çevre felaketlerinden biliyoruz. Allah’ın insanoğluna tertemiz emanet ettiği dünyamızda, bu tahribatın havada, karada ve sularda yaşayan canlılar için nasıl yıkıma dönüştüğünü izlemekteyiz.

Daha da üzücü olan şu ki, uzun zamandır bu ölçüsüzlük insanı da doğrudan etkiliyor. Rızık yolu olarak sömürü, talan ve hırsızlık seçildiğinden beridir dünyanın küçük bir bölümü sınırsız bir israf içinde yaşarken, diğer tarafta milyonlar açlık ve sefalet içinde kıvranmakta.

Biz, olan-bitenin farkında olan müminler olarak biliyoruz ki, insanlık, İslâm’ın rızık kazanma ve tüketimle ilgili ölçülerini arıyor. Tarihin hiçbir devrinde olmadığı kadar çok arıyor. Biz o ölçüleri kendi hayatımızdan kovarsak sadece kendimizi değil, bütün insanlığı mahrum bırakıyoruz demektir…

Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.

M.Saki El Hüseyni
Rızkı veren sadece Allah’dır

Himmet
Mürşid ile Tevbeye Mecbur muyuz?

Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Allah razı olsun…evet insanlık islama hasret islama susamış durumda…evet peygamberimiz dönemi asrı saadettir.o zaman isar hasleti vardı yani kendimiz ihtiyaç içinde olsak bile kardeşimizi nefsimize tercih etmek.Osmanlı dönemi de bir iyilik,hayır ve hasenat devriydi.Eğer biz de onları örnek alsak rabbimizin razı olduğu işleri yaparsak dünyamız cennete döner.ahiretimiz de cennet olsun inşallah …

Başa dön tuşu