Şah-ı Nakşibendi Hazretleri

Doğumu ve Gençliği: Hoca Bahâeddin Nakşbend, Hicrî 718 Muharrem ayında (Mart 1318) Buhara‘nın Kasr-ı Hinduvân köyünde doğmuştur. Bu köy sonradan Kasr-ı Arifân adını almıştır. Asıl adı Bahâeddin Muhammed b. Muhammed el-Buhârî’dir. “Nakşbend” lakabını, gençliğinde babasıyla birlikte nakışçılık yapmasından almıştır.

Müridlik Dönemi: Çocukken Hâcegân tarikatı şeyhlerinden Muhammed Baba Semâsî tarafından manen evlat edinilmiş ve tasavvufi terbiyesi Emîr Külâl’e havale edilmiştir. Manevi bir rüyada Abdülhâlik Gucdüvânî Hazretlerinden feyz aldığı için Üveysî olarak kabul edilir. Emîr Külâl’e intisap etmiş, sessiz zikri (hafi) benimsemiştir. Müridlik döneminde yedi yıl boyunca hayvanlara hizmet etmiş ve yolları temizlemiştir.

Şeyhlik ve İrşâd Dönemi: Halkı irşada başladığında ilk müridleri Emîr Külâl’in sohbet halkasından ayrılan dervişler olmuştur. Buhara’nın önde gelen alimlerinden Hüsâmeddin Hoca Yûsuf b. Mahmûd el-Hafızî el-Buhârî’nin kendisine intisap etmesi önemli bir dönüm noktası olmuştur. Ulemâ ile yaptığı toplantıda tarikatının şeriata ve sünnete uygun olduğunu ifade etmiş ve başındaki kalpağı çıkararak tevazu göstermiştir. İki defa hacca gittiği kaydedilmiştir.

Tasavvuf Anlayışı: Müridlerini cezbe veya sülûk yoluyla terbiye ederdi. Dünya malına bağlılığı kontrol eder ve cimriliği kötü bir huy olarak görürdü. Kibirli müridlerine nefislerini kırmaları için zor işler verirdi.

İntisap: Şeyhe bağlanmak anlamına gelir. Mürid adayının işi ve mesleği önemliydi, işsizleri kabul etmezdi.

Zikir: Sessiz (hafi) zikri tavsiye ederdi. Zikirden maksat Allah’tan gafil olmamak ve O’na sevgiyle bağlanmaktır.

Ruhsat ve Azîmet: Her zaman ruhsatlardan uzak durup zora talip olmayı tercih ederdi. Azimetle amelde halk için büyük menfaat olduğuna inanırdı.

Perhiz ve Az Yemek: Aşırı perhizi ve az yemeyi emretmez, riyazat sonucu oluşan geçici hallere güvenmezdi.

Halvet ve Semâ: Halvet (inziva) yerine Abdülhalık Gücdevani’nin “Halvet der encümen” (halk içinde Hak ile olmak) prensibini esas alırdı. Tarikatında cehri zikir ve semâ (mûsiki dinleyip coşmak) yoktu, ancak semâı inkar etmezdi.

Çalışıp Kazanmak: El emeği ile çalışıp kazanmaya çok önem verir, işsiz insanları müridliğe kabul etmezdi. Kendisi de ziraatla geçimini sağlardı. “El kârda, gönül yarda” prensibini benimsemişti.

Kıyafet: Melamet neş’esine sahip olduğu için belli bir kıyafete önem vermez, müridlerine de belirli bir tarzda giyinmeyi emretmezdi.

Kerâmet: Kerâmete önem vermez ve onu gizlemeye çalışırdı.

Şeriata ve Ehl-i Sünnete Bağlılık: Dini kaidelere uymayı, takvayı, azimetle amel etmeyi ısrarla tavsiye ederdi. Tarikatını Hz. Peygamber’in sünnetine ve ashabının sözlerine tabi olmak diye özetlerdi. Haram ve helal konusunda çok titizdi.

Mahlûkâta Hizmet: Mahlukata hizmete çok önem verirdi. Yol temizlemek, mescid inşaatında çalışmak, hayvanlara bakmak gibi hizmetlerde bulunmuştur.

Üveysîlik: Önceleri yaşamış şeyhlerin ruhaniyetinden feyz alarak yetişmeye ayrı bir önem veriyordu.

Vefâtı: 3 Rebîülevvel 791 (1 Mart 1389) Pazartesi gecesi vefat etmiştir. Kasr-ı Arifân’daki bahçesine defnedilmiştir. Kabri zamanla mescid, medrese, tekke, misafirhane gibi müştemilat ile büyük bir külliye haline gelmiştir.

Kelimât-ı Kudsiyye (On Bir Kaide): Nakşibendiyye tarikatının tasavvufi eğitim ilkeleri on bir Farsça terimle özetlenmiştir. İlk sekiz kaide Abdülhâlik Gucdüvânî tarafından belirlenmiş, son üç kaide (vukûf-i zamânî, vukûf-i adedî, vukûf-i kalbî) Hoca Bahâeddin Nakşbend tarafından eklenmiştir. Bu kaideler şunlardır:

Hûş der dem: Her nefeste bilinçli olmak, gaflete düşmemek.

Nazar ber kadem: Yürürken önüne bakmak, lüzumsuz şeyler görüp gönlün dağılmaması.

Sefer der vatan: Kötü huylardan iyi huylara sefer etmek, kalben dünyevi düşüncelerden Allah’a yönelmek.

Halvet der encümen: Toplum içinde bulunurken kalben Allah ile birlikte olmak (“El kârda, gönül yarda”).

Yâd kerd: Zikretme ve hatırlama.

Bâz geşt: Zikir sonrası “İlâhî ente maksûdî ve rizâke matlûbî” duasını söylemek.

Nigâh dâşt: Kalbi dünyevi düşüncelerden korumak.

Yâd dâşt: Allah’ı hatırlama halinin daimi olması.

Vukûf-i zamânî: İçinde bulunulan halin ve zamanın bilincinde olmak, gönül muhasebesi yapmak.

Vukûf-i adedî: Zikirde sayıya riayet etmek, düşüncelerin dağılmasını engellemek.

Vukûf-i kalbî: Zikir esnasında Allah’ın huzurunda olduğunun ve zikrin manasının bilincinde olmak.

Sonuç: Hoca Bahâeddin Nakşbend’in kurduğu tasavvuf anlayışı, Kur’an ve Sünnet çizgisine bağlı kalarak İslam dünyasında geniş kitlelere yayılmıştır. O, tasavvuf ile zahiri ilimleri uzlaştırmış, din alimlerine büyük saygı göstermiş ve tarikatının bid’atlardan korunmasını sağlamıştır. Sessiz zikri, sohbeti esas almış ve işsiz kişileri müridliğe kabul etmeyerek tekkelerin istismar edilmesini engellemiştir.

Related posts

Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V)

Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri

Seyyid Abdulhakim El Hüseyni Hz.