Hikayeler
Çok Okunuyor

Yoksulluk ve İhtiyaç

Adem’in yapısı ihtiyaç ve iftikar’dan oluşturuldu ve o yoksulluktan yardım gördü. Melekler onun önünde secdeye kapanmak durumunda kaldılar ve mukarrep melekler, Adem saltanat ve hilafet tahtına oturtulurken

Yoksulluk ve İhtiyaç

Ahmed Sem’ani 1100’lü yıllarda Merv’de yaşamış bir Şafii alimi. Onu ve eseri ‘Ravhu’l-Evrah’ı, tasavvuf araştırmaları yapan ve bu konuda oldukça derinleşen batılı bilim adamı William Chittick’in kitabından öğrendim. Bilebildiğim kadarıyla Ahmed Sem’ani’nin bu eseri ne yazık ki henüz Türkçe’ye çevrilmiş değil.

Chittick, kitabında Ravhu’l-Ervah’tan alıntılar yapmış. Bu alıntılar gösteriyor ki, Ahmed Sem’ani baştan sona Allah sevgisini aşılamaya çalışan, ilhamla yazıldığı belli olan, az duyulmuş ifadelerle zihinlere ve kalplere bayram ettiren bir alim.

Biz de Chittick’ten alıntılayarak bu alimimizi sizinle tanıştıralım:

İlgili Makaleler

“Sem’ani yoksulluk ve ihtiyaç meselesiyle ilgili olarak büyük bir sufiyi şöyle anlatır: Sehl İbn Abdullah Tusteri şöyle dedi: ‘Bu duruma baktım, hiçbir yolun insanı Allah’a ihtiyaçtan (iftikar) daha fazla yaklaştırmadığını ve hiçbir perdenin iddialarda bulunmaktan (da’va) kalın olmadığını gördüm.’

Sonra devam eder Sem’ani:

İblis’in yoluna bak; iddiada bulunmaktan başka bir şey göremezsin. Sonra Adem’in yoluna bak; bu kez de ihtiyaçtan başka bir şey göremezsin. Ey İblis, neler söylüyorsun? ‘Ben ondan daha hayırlıyım!’ (A’raf,12), Ey Adem, sen ne diyorsun? ‘Rabbim, biz kendimize zulmettik..’ (A’raf, 23). Onun her şeyi vardı, ama ihtiyacı da olması gerekiyordu; o yüzden Allah’ın sarayı önünde gözyaşı dökmek asla son bulmaz.

Adem’in yapısı ihtiyaç ve iftikar’dan oluşturuldu ve o yoksulluktan yardım gördü. Melekler onun önünde secdeye kapanmak durumunda kaldılar ve mukarrep melekler, Adem saltanat ve hilafet tahtına oturtulurken, onun yanına yerleştirildiler. Ama onun iftikarı (ihtiyaç içinde olduğunu beyan etmesi) bir toz zerresi kadar olsun eksilmedi. O, Cennet’e alındı ve Ona şöyle seslenildi: ‘Bundan böyle orada istediğinizi bol bol yeyin.’ (Bakara, 35). ‘Sekiz Cennet size (Adem ve Havva) aittir; istediğiniz şekilde özgürce dolaşın.’ Ama Adem’in yoksulluğu kaybolmadı.

Adem’in ihtiyaç içinde olması, onu öteki sahip oldukları ile yetinen tüm yaratıklardan ayırır. Adem asla tatmin olamaz; zira o Sonsuz’u arzular…”

Borç Verip Almak Hakkında

Hiçbir zaman sonradan görmeden borç alma, zira sonradan rezalet ve kavga çıkarır. Borç alacaksan akıllı bir adamdan al ve işini bitirir bitirmez borcunu ödemeye çalış.
Padişah bile olsan, rehinsiz para verme; çünkü geri istediğin zaman sana düşman olur. Alacağın altını hatırlattığında, bir defa kırgınlık çıkar. Halbuki onu geri vermesini isteyince, yüz misli kırgınlık meydana gelir. Paranı rehin almadan vermen doğru değildir. Ancak, çabuk almak şartıyla olursa ne ala…
Misafir sofrana oturduğu zaman onu minnet altında bırakma. Ona teşekkür etmeyi kendine borç bil. Başkalarının sofralarından ikram edecek olursan hududu aşma. Kendi sofranla ve ekmeğinle cömertlik et.
Bir kimseye kendi malından ver, bağışla. Arslan çakal avlar mı? Yiyip içmekten nefslerini mahrum edenlerin ölümlerinden sonra altınları toprak altında kalır. Allah’ın sana açmış olduğu kapıyı kapama; çünkü Allah’ın sana verdiği para toprak gibi heder olur, savrulup gider. Misafir gelince sevin ve her türlü derdini, kederini unut.
Nasır-ı Hüsrev (1003-1088): Saadetname

Ana-Baba Hakkını Hatırlamak

Yeni yetmelerin yersiz isyanları ve bitmez tükenmez istekleri beni bir kez daha Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin meşhur Marifetname’sine yöneltti.

Allah’ın işine bakın ki, Marifetname’yi açınca karşıma çıkan ilk sayfa ana-babaya gösterilecek adabı anlatıyordu. Böyle şeyleri söylemek ayıptır, ancak bunu bir işaret sayarak, yeniden hatırlamak için bu sayfadan bir bölümü buraya aldım. Yapabilir misiniz bilemem ama keşke bu satırları bir de çocuklarınızla sesli okusanız:

“Ey aziz, malum olsun ki, edep ehli demişlerdir ki, ana ve babası hayatta olan kimsenin, ebeveyniyle sohbet ve iltifatının adab ve erkanı on beştir:

Onların sözlerini dinlemek.
Emirlerine göre hareket etmek.
Onlardan izinsiz oturmamak.
Onların kalkışında ayakta durmak.
Yol yürürken onlara kılavuzluk yapmak.
Sesini onlarınkinden fazla yükseltmemek.
Onları isimleriyle çağırmamak.
Davetlerine icabet edip, ‘buyurun’ demek.
Hizmetlerini süratli yapmak.
Onların rızalarını talepte haris olmak.
Onlara kol kanat gerip, hürmet kılmak.
İyilik ve ihsanını esirgememek.
Onlara hiddetle bakmamaktır.
Onların yüzüne karşı yüzünü ekşitmeyip, güleç yüzle ve tatlı sözle hatırlarını hoş etmektir.
Emirleri olmadıkça gurbete gitmeyip, yanlarında kalmaktır.

O halde lazımdır ki, ebeveyniyle bu adab üzere sohbet ve ülfet ede ve her hizmetlerini görüp, rızalarını gözete…”

İstanbul Boğazı’nın Donması

Cehalet ve vurdumduymazlığımızdan kaynaklanan pek çok trajediyle birlikte de olsa, bu sene eskilerin hep bahsettiği o karakışı doyasıya yaşadık.

Memleketin hemen her yeri gibi İstanbul da yoğun kar ve tipiden, buzdan soğuktan nasibini aldı. Büyük şehirlerde kışın zorluğu malum. 17. yüzyıllın önemli şahsiyetlerinden Katip Çelebi’nin anlatığına bakılırsa, eski İstanbul kışları şimdikilere rahmet okutan cinsten. Çelebi, meşhur eseri Fezleke’de bakın İstanbul’da yaşanan bir kışı nasıl anlatıyor.

“Zamanın garipliklerindendir. 1030 (1621) yılı kışında, Rebiülahir’in ilk günlerinden (Şubat sonları) on altıncı gününe değin büyük kar yağdı. Kışın sertliğinden deniz baştan başa dondu. Ancak akıntı ortasında bir küçük dere kadar yer açık kalmıştı. Hamsin’in on biri olan, Rebiülahir’in on yedinci günü Sarayburnu ile Üsküdar arası bütün buz oldu. Galata’dan İstanbul’a ve Hasbahçe’den Kireçkapısı’na yaya adam geçtiğini söylerler.

Bundan ötürü gemiler gelmediğinden, yetmiş dirhem ekmek bir akçaya ve etin okkası on beşe satılıp, buz çözülüp de gemiler gelinceye değin arttı, durdu. Peygamber hicretinin yirmi birinci yılında (641) bir kez daha olduğu Hıristiyan tarihlerinde ve Cenabı tarihinde yazılıdır. Hatta o zaman Halkadona dedikleri karşı Üsküdar yakasından İstanbul’a araba gelip geçip, Kefe’den tüccar geldiğini yazarlar.

Haşim-i Çelebi o sert kışın sözlü ve ebced hesabıyla tarihini düşürmüştür, şöyle yazmıştır: “Yol oldu Üsküdar’a Akdeniz dondu”

Akif GÜLER
Yoksulluk ve İhtiyaç

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu